Türk Saatforumu
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.


Saat Forumu-www.turksaatforumu.com - Saatlerin Hyde park'ı-Saat Sohbeti
 
AnasayfaGaleriAramaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 Makale - Saatler

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
watcher
Admin
watcher


Mesaj Sayısı : 6994
Kayıt tarihi : 01/07/09
Yaş : 66

Makale - Saatler Empty
MesajKonu: Makale - Saatler   Makale - Saatler Icon_minipostedPtsi 29 Mart - 10:10

Hepimizin bir milat algısı var. Zamanımızın başlangıcı.

Bu bazıları için doğum yılı. Kimi için belki iki bin yılı; yeni milenyum.

Eski Yunan ya da Rönesans da kimilerine göre zamanın başlangıcı olabilir. İstanbul’un fethiyle başlayan yeni çağ. Ya da cumhuriyetin kuruluşu. Kuşkusuz bunlar da olabilir.

Zamanın akışını kronolojik bir eksende algıladığımız sürece, elbette bir başlangıç anı, bir başlangıç noktası olacaktır zamanın. Bunun bir de bitiş noktası olması gerekecektir bu durumda.

Zamanın başlangıcını ancak ezele götürdüğümüzde, sonunu da ebede dek açmış olabiliriz. Bakış açımızı bizi aşan bir zaman algısına ayarlayabilmek, zamanın da ilahi bir niteliği olduğunu hatırlamayı gerektiriyor çünkü.

Biz yapmadık zamanı. Kendimizi onun akışında bulduk. Tıpkı zamanı onlar sayesinde ölçebileceğimiz güneşle ayı burada, bu dünyada bulduğumuz gibi. Biz saatleri yaptık. Dünya saatlerini. Ölçebileceğimiz, algılayabileceğimiz, içinden geçip gidebileceğimiz anları...

Peki, kendimizi dünyevi saate hapsetmeyip zamanı bu kadar sonsuz ve ölçülemez kıldığımızda ne oluyor? İnsandaki zaman duygusunu önemsizleştirmiş mi oluyoruz?

Aksine. Zamanın bir anında dünyanın başladığını biliyorsak, zamanın bir anında da biteceğini düşünebiliyoruz. Yalnızca dünya gezegeninin değil, kâinatın da. Bunu bilmek; bu bilişteki ‘kendiliğinden’ bilgelik geniş zamanlarda ‘canlı.’

Gelgelelim âlemlerin sayılabilmesi mümkün değil. İnsanın idrakine göre belki sonsuz âlem var. Bilmiyoruz. Ama kıyamet yalnızca dünyada değil, kâinatta kopacak. Kıyametin yeniden ayağa kalkmak, dirilmek anlamına gelmesi boşuna olmasa gerek.

Eğer öldükten sonraki zamana ‘kabir hayatı’, daha sonrakine ise ‘ahiret hayatı’ diyorsak, hayat başka anlamlarla âlem katmanları arasında, üzerinde, içinde veya dışında mevcut olmaya devam edecek...

Kıyametin içinde saklı kozmik zamanlar. İlahi saatler... Biliyoruz.

Biliyoruz çünkü, neyi arıyorsak, onda varolabiliyoruz. Böyle bir maharet verilmiş bize. Tahayyül ettiğimiz her şeyin bir hayal veya bir düşünce formatında hakikate dahil olması gerek. Varolmayan hiçbir şey düşünülemez.

***

Amerika’da yapılan bir araştırmada yetişkin bir insanın beyninden günde ortalama yüz bin sözcüğün geçtiği belirlenmiş. Beyinden gün içinde geçen sözcüklerin 34 gigabaytlık bir hard diske sığacak kapasitede olduğu söyleniyor.

Bu kadar da değil. Aynı zamanda beynin daha fazla gelişmeye müsait bir yapısı da var. Yani kapasitesinin üst sınırı bilinmiyor. Açık. Âlem içindeki âlemleri barındırabilecek bir kapasitesi olabilir.

Bunu okuduğumda, tıpkı kalp gibi, diye geçirdim içimden. ‘İyi cilalanmış’ bir kalbe kâinatın sığması mümkün bana göre. Tıpkı geceleyin uzaya baktığımızda gözbebeğimize milyonlarca ışık yılı uzaklıktaki yıldızların sığabilmesi gibi.

Hayal edilmeyen hiçbir şey, hakikati tamamlayamaz, bütünleyemez diye düşünüyorum. Çünkü hayal yoksa, mucize de yok.

Mucize yoksa, gerçek hep biraz eksik kalıyor. Gölgesi düşmüyor üzerimize. Suret ile asıl arasındaki ilişki kayboluyor.

Hakikatin tamamı ‘yatay’ âlemde, dünyada, dünyevi zamanda yığılıyor, sıkışıp hapsoluyor.

Gözlerimiz dünyayı sonsuzluk olarak algılamaya başlıyor. Ve en acıklısı; görmeden görmeyi unutuyor.

***

Dünyayı sonsuzluk formatına kilitlediğimizde, tabuta hiç girmeyecekmişiz gibi yaşamak istiyoruz. Mümkünse hiç ölmemek, toprağa girmemek. Çürümemek.

Bu yüzden kırışıklığı yaratan sinir uçlarımızı donduruyor, felç ettiriyoruz. Buruşmaktan kurtulamıyor olmanın anlamından ne kadar da uzağız.

Ölümsüzlüğü, sonsuzluğu hep bu dünyada elde etmeyi umuyoruz. Yalnız bu dünyada. Yok olacak, sönecek, canlılığını yitirecek dünyada. Kıyamette helak olacak dünyanın ve hatta kâinatın heceleri geçmiyor beynimizden. Boşluk açılıyor hücrelerimizde.

Ve ilahi zamandan koparıyoruz beynimizdeki sözcük dizinini.

Hayatı, dünya hayatıyla sınırlandırıyor, ölümü son nokta olarak algılıyoruz. Ölümün de ‘canlı’ olduğunu, varolan her şeyin, –isterse bir cins isim taşıyor olsun- varolmasının bir hayat taşıdığını, yaratılan her şeyin ‘hayy’ olduğunu görmüyoruz. İşitmiyoruz.

Ölüm de öldüğünde ‘hayat’ta olmaya devam edecek yeni doğumlar, yeni canlar, yeni mevcudiyetler olduğunu, yokluğun da bir varolma biçimi olduğunu bize hatırlatacak o saati bekliyoruz.

Canın ruha döndüğü, her şeyin, –zerrenin dahi- yerli yerine konduğu, adaletin gerçekleştiği o saati. Bunu kimseden öğrenmiyoruz. Beynimizde karşılığı var. Ezelden beri.

Hakikatiyle var olanın vücuda gelme serüveninde, saatler, evet, bizim için bir kez daha çalıyor.

Alinti: Taraf Gazetesi/Leyla Ipekci/01.01.2010
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://www.turksaatforumu.com
 
Makale - Saatler
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Güzel bir makale - Saatler Nereye Yürüyor?-Ali Ural
» Makale
» GMT saatler
» Saatler ....
» Saatler

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Türk Saatforumu :: GENEL SAAT FORUMLARI-KOLEKSİYON-BİLGİ :: Saatler-Kültür ve Sanat-
Buraya geçin: