Hayatını milletimize adayan, olumsuz şartlarda bile eşine az rastlanır başarılara imza atan büyük Atatürk, milletimizin onurlu yürüyüşünde en büyük rehberi olmuştur. Atatürk, üstün niteliklere sahip bir komutan ve lider, dâhi bir devlet adamı, eşsiz bir kahraman, büyük bir fikir ve eylem insanı olarak, insanlık tarihinin unutulmazları arasındaki yerini almıştır.
Minnet ve sükran duygulari ile aniyoruz.
Bir iki sevdigim anilari ve fotograflarida sizlerle paylasmak istedim....
~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~ Atatürk "Tosca operası'ndan cavardossi'nin ünlü aryasını çok severdi. ve bana birçok kez çaldırmıştı. O gece biliyordum ki sıra tosca'ya da gelecek. Hatta bir yanlış
yapmayayım diye aryanın notalarını yazmıştım ve cebimde hazır bulunduruyordum.
Nihayet bana döndü; "çal bakalım şu tosca'yı" dedi.
Ben notayı çıkarttım. "Hayır, hayır öyle değil; notayı bırak, notasız çal." Notayı bıraktım, gözlerimi kapadım, konsantre oldum, başladım çalmaya.
Henüz bir iki nota çalmıştım ki "hayır olmadı, bana dön çal, benim gözlerime bak öyle çal" dedi.
Masada oturuyordu. O'na döndüm ve çalmaya başladım.
"Gene olmadı bana daha yaklaş" dedi. Yaklaştım, çok yaklaştım.
Belli ki çok uzak bir anısının içine gömülmek istiyor ve içinden çok eski zamanlara ait bir şeyler taşıyor, fışkırıyordu.
İçinde kopan fırtınayı dindiremiyordu bir türlü...
Sonunda "kemanın sapını omzuma dayayacaksın ve öyle çalacaksın" dedi.
Bir an için gözünüzün önüne getirin; tarihimizde yaşamış, yaşayacak en büyük türk, bir sanatçıya "kemanın sapını omzuma daya ve o şekilde en sevdiğim melodiyi çal"
diyor.
Ben de ibadet eder gibi huşu içinde Cavardossi'nin aryasını çalmaya başladım.
Atatürk, gözleri kapalı, biraz madeni ahenkli, biraz kısık, çok tatlı, çok anlamlı sesiyle melodiyi söylerken, gözlerinden sicim gibi yaşlar akıyordu.
Aryayı belki on beş kez tekrarladım."
Hatırat: Prof.Dr.Remzi Atak
~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~ YARIM MİLYON
Falih Rıfkı Atay'ın "Çankaya" adlı eserinden alınmıştır.
Bir gün Müslüman memleketlerden birinde (Mısır'da) bağımsızlık davası için çalışan liderlerden biri, Mustafa Kemal'i görmeye gelmişti, kendisine;
- Bizim hareketin de başına geçmek istemez misiniz? diye sordu.
Olabilecek bir şey değildi ama, insan yoklamalarını pek seven Mustafa Kemal;
- Yarım milyonun bu uğurda ölür mü ? diye sordu.
Adamcağız yüzüme baka kaldı:
- Fakat Paşa hazretleri yarım milyonun ölmesine ne lüzum var? Başımızda siz olacaksınız ya... dedi.
- Benimle olmaz, beyefendi hazretleri, yalnız benimle olmaz. Ne zaman halkınızın yarım milyonu ölmeye karar verirse o vakit gelip beni ararsınız. ~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~
HOCA EFENDİ
Prof. Dr. Zeynep Korkmaz'ın "Belgelerle Türk Dili" adlı eserinden alınmıştır.
Atatürk bir yurt gezisi sırasında Tekirdağ'da sokağa çıkmış, canı kadar sevdiği halkın arasında yürüyordu. Eczacı Ekrem Bey'in eczanesi önüne geldiğinde durmuştu. Gözü birine takılmıştı, bu sarıklı cüppeli Eski Cami İmamı Mevlana Mustafa Özeren'di.
- Hoca efendi... Hoca efendi...
Eski Cami imamı hemen koşmuş Gazi'nin yanına sokulmuştu. Birlikte merkez eczanesine girilmiş, bir masanın etrafına geçilmişti.
- Hoca Efendi! Yaz bakalım Vettini Vezzeytuni ve Turi Sinin ve Hazel-beledil emin...
Hoca efendi, tabi Arap harfleri ile itina ederek Kuran’dan bu ayeti yazmıştı. Mustafa Kemal Paşa gözlerini hocanın gözlerine dikerek "Hocam ben bu yazdıklarını (valtin vaiziton) okuyorum ne dersin" demiş Eskicami imamı da "Efendim bunun üstünü var, esresi var, şeddesi var, meddi var. Bakınız bunları koyduğumuz zaman aslı gibi okunur" diye cevap vermişti. Gazi, Arap harfleri ile ayeti etrafındakilere okutmuş her biri başka türlü bir şey söylemişti. Bunun üzerine Gazi kalemi hocanın elinden alıp aynı ayeti yeni harflerle yazmış ve demişti ki:
- Görüyorsun Hoca Efendi, bu harflerin şeddesi maddesi yok. Hem bak bu harflerle ne kadar kolay ve yanlışsız okunuyor. Biz işte bunu düşünerek ve batı eserlerini de kolayca öğrenebilmek için, bütün cihana lisanımızı kolaylıkla öğretebilmek için Latin harflerini kabul ediyoruz. Buna ne dersiniz?
- Çok güzel efendim, çok güzel diyecek bir şey yok, Allah muvaffak etsin...
Gazi ayrılırken gene Eski Cami imamına "Sizden Türk yazısını öğrenmenizi isterim" demişti. İnkılaplara inanmış olan bu ihtiyar din adamı birkaç ay zarfında bu harfleri öğrenecek, Gazi'nin kendisine hediye ettiği el yazısının bulunduğu küçük kağıdı hayatının en kıymetli hatırası olarak saklayacaktı.
30 Ağustos sabahı, Mustafa Kemal muharebe sahasında dolaşıyordu. Etraf binlerce düşman cesetleri ve birbiri üzerine yığılmış yüzlerce topçu hayvanı, terk edilmiş silah, top ve cephane dolu idi...
Atatürk şöyle söylendi:
"Bu manzara insanlığı utandırabilir! Fakat meşru müdafaamız için buna mecbur olduk. Türkler, başka milletlerin vatanında böyle bir harekete teşebbüs etmezler."
Ganimetlerin arasında yırtılmış ve terk edilmiş bir de Yunan bayrağı gören başkumandan eli ile kaldırılmasını işaret ederek;
"Bir milletin istiklal alametidir, düşman da olsa hürmet etmek lazımdır, kaldırıp topun üzerine koyunuz."
Sait Arif TERZİOĞLU, "İnsancıl Atatürk"
~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~
Ben, Cumhuriyeti Böyle Kazandim!...
Ankara, 10. Cumhuriyet yılının büyük ve ölçüsüz sevinci içindedir. Şehir, baştanbaşa ışıklarla donatılmıştır. Eğlence yerlerinde her Türk, tam bir şuurla devrimin nimetlerini idrak ederek neşe içinde eğlenmektedir. Atatürk, resmi baloların verildiği yerlere uğradıktan sonra Halkevi’ne de teşrif ediyor. Orada, milli ve mahalli giysileriyle coşan ve coşturan Türk köylüleriyle karşılaşıyor. Bir gün bu milleti ve bu memleketi kurtarmak için atıldığı mücadelede kendisine yegane kudret ve kuvvet membaı olan bu temiz yürekli vatan evlatlarının neşelerinden son derece duygulanıyor.Onları bir süre seyrettikten sonra, doğru Çankaya’ya teşrif ediyorlar ve: -Efeleri buraya getiriniz!.. Emrini buyuruyorlar. Efelerin Çankaya’da, Atatürk’ün sofrasında nasıl coştuklarını ve nasıl coşturduklarını anlatmaya imkan yoktur. Büyük Ata, sahnenin en heyecanlı bir anında, Ankara efelerinden birine soruyor: -Efe, sen benim için ne yapabilirsin? Efe tereddüt etmeden cevap verir: -Her şey... -Mesela?.. -Ölürüm... Şimdi bütün dikkat Atatürk’e çevrilmişti.kimse konuşmuyor, onları dinliyordu. Atatürk, gözlerini etrafındakiler üzerinde bir kez gezdiriyor, sonra: -Efe, diyor, sözünde samimi misin? -Emir sizindir, Ata'm. Atatürk, elini dizinin üstüne vuruyor: -Koy başını buraya!... Efe derhal başını Ata'nın dizlerine koydu ve başını koyar koymaz şakağında bir soğuk temas hissetti.bu, Atatürk’ün şakağına dayadığı tabanca namlusunun soğukluğuydu. Efe, bu soğuklukla beraber şakağına dayanmış bir tabanca olduğunu görmüş, fakat en küçük bir harekette bulunmamıştı. Efe, Ata'sı için ölümü seve seve kabul edebilirdi. Fakat Atatürk, ona kıyacak mıydı? Bütün yüzlerin rengi bir anda solmuş, heyecan son haddini bulmuştu. Nefes almaktan korkuyorlardı ve gözler Atatürk’ün elindeydi. Tabanca, efenin şakağına dayanmıştı. Fişek sürülmüş ve emniyet açılmıştı. Atatürk, bir saniye bile sürmeyen bu an içinde ve gözle fark edilemeyecek bir hızla tabancanın namlusunu şakağın yanından, belki bir santim kadar kaydırarak tetiği çekiyor. Derin sükutu yırtan korkunç tabanca sesi... Kalpler, sanki yerinden kopacak. Hazır bulunanların hepsinin beti benzi kül rengini almıştır. Fakat, efenin başı hala Ata’nın dizindedir ve efede en küçük bir kımıldanma yoktur. Atatürk, efenin başını dizlerinden kaldırıyor, temiz alnını dudaklarına doğru çekiyor ve öpüyor. Hala biraz önceki havanın tesirinden kurtulamamış olanlara: -İşte, ben Anadolu Savaşını bunlarla ve böyle canlarını esirgemeyenlerle kazandım, diyor. ~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~
İngiliz kralı VIII. Edward İstanbul'a Atatük'ü ziyarete geldiği zaman, Atatürk kendisine bir akşam ziyafeti vermişti. Ziyafetten önce, Bana İngiltere sarayında verilen ziyafetler ne şekilde olur, onu bilen birisini, yahut bir aşçı bulunuz !...dedi. Ve nihayet bu sofra merasimini bilen bir zattan öğrenerek sofrayı o şekilde düzene koydular... Akşam kral sofraya oturunca kendisini kral sarayında zannederek memnun oldu. Atatürk'e dönerek: "Sizi tebrik eder ve teşekkür ederim. Kendimi İngiltere'de zannettim" diyerek memnuniyetini bildirdi. Sofraya hep Türk garsonlar hizmet etmekte idi. Bunlardan bir tanesi heyecanlanarak, elindeki büyük bir tabakla birdenbire yere yuvarlandı. Yemekler de halılara dağıldı.
Misafirler utançlarından kıpkırmızı kesildiler. Fakat Atatürk Kral'a
"Bu millete her şeyi öğrettim, fakat uşaklığı öğretemedim!"dedi. Bütün sofradakiler Atatürk'ün bu sözlerine hayran oldular. Atatürk garsona da "vazifene devam et" emrini verdi.
~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~
En son BR-02 tarafından Çarş. 9 Kas. - 20:56 tarihinde değiştirildi, toplamda 6 kere değiştirildi
deka
Mesaj Sayısı : 5518 Kayıt tarihi : 04/07/09 Yaş : 65
Gazi M.Kemal Atatürk'ü , Atamızı saygı ve minnetle anıyorum.
Ayrıca bugünkü Google giriş sayfasındaki Atamızı anmak için belli belirsiz konulan karanfil çiçeği bana diğer filozofların,bilim adamlarının vs.vs. anılmasındaki şatafattan çok çok eksik gibi geldi , ayrıca belirtmek dillendirmek istedim..
"Hiçbir şeye ihtiyacımız yok, yalnız bir şeye ihtiyacımız vardır; çalışkan olmak! " M.Kemal Atatürk
recklesstr
Mesaj Sayısı : 362 Kayıt tarihi : 05/07/10 Nerden : İzmir