Çıraklığımın sonuna doğru artık biraz uğraşsam da mika,tulumba ve balans söküp takabiliyordum.
O yıl bana da bir saat alınmıştı.O yıllarda da Tahtakale'de seyyar tezgahları olurdu.Buradaki bir tezgahtan üzerinde Hislon yazmasına rağmen benim ustamın "iyi bir taklit" dediği Kızıl Çin yapısı bir saat almıştık.
Daha saati alalı bir kaç ay olmuştu ki bir gün saatimin yanına konan bir sivrisineği öldürmek isterken bizim çakma Hislon'u öldürüverdim.Direği kırılmıştı.Tamire götürdüğüm mahallemizin saatçisi de saatin Çin malı oluşu nedeniyle onarılsa bile düzen tutmayacağını söyledi ve onarmak için de neredeyse saatin yarı parası kadar para istedi.
Ve benim staj başladı.Saatin bozulduğunu evdekilerden gizledim.Ustamdan ayrılırken bana dükkanda fazla olan bir saatçi tornavidası ve bir el maşasını hediye etmişti.Bunları kullanarak önce balansı söküp takma,ardından tepe sökme,ardından tulumba takımını sökmeyi iyice pekiştirdim.O yıllarda gözlerim şimdiki gibi yakın gözlüğü gibi ilave techizata da ihtiyaç duymadığından lupa bile ihtiyaç duymazdım.Hey gidi günler.
Ardından 1973 yılında girdiğim sınavı kazanarak İstanbul'da bir yatılı okula kayıt oldum.Okula başlamadan önce de eski saatimin "badem" olduğu anlaşıldığından arkasında tren kabartması olan çok güzel takvimli bir Serkisof saat alındı.
Giderken küçük bir teneke Zambo sakız kutusu içerisine söküp takarken ustası olduğum eski saatimi,daha sonra elime geçen iki adet UT 6325 hurdasını, saatçi tornavidamı,el maşamı,bir küçük kargaburunu,bir çakıyı koyarak boş zamanlarımda oyalanmak üzere yanıma aldım.Evden ayrı kalacağımdan yanıma iyice de bir harçlık vermişlerdi.İlk izine çıktığım cumartesi günü eski ustamdan gördüğüm gibi Sirkeci Doğubank işhanına gittim.Oradan düzgün bir kaç tornavida ile bir lup ve bir de puar aldım.O yılarda bu malzemeler oldukça pahalı ve kıttı.
Arkadaşlarım akşam üzeri top oynarken ben yatakhanede bir komidin üzerine teşkil ettiğim çalışma tezgahımda elimdeki saatlerle antreman yaptım.Arkadaşlarım da bu zevkime çok da anlam vermezlerdi.İlk olarak elimdeki tek çalışan saat olan Serkisof'uma ayar vermekle başladım.Saatim yepyeni olduğu için onu sökmeye kıyamıyordum.Serkisof'a bir ay içerisinde öyle bir ayar verdim ki haftada bir dakika geri kalır olmuştu.Bu değer de o yıllar için çok süper bir ayardı.Çünkü o yıllarda kol saatlerinde günde iki dakika,masa ve duvar saatlerinde günde beş hatta on dakika ileri-geri gitme normal kabul edilirdi.
Bir gün Matematik hocamız bize"çocuklar siz sessiz oturun da benim saatim bozuldu,şunu bir saatçiye verip geleyim" demesi benim oradaki tezgahın çarkının ilk döndüğü gün oldu.Sınıftaki arkadaşlarım hemen atılıp" hocam bizde saatlerden anlayan bir arkadaş var,o bir baksın"dediler.Adamcağız da bana güvenerek kolundaki Cortobert saati çıkarıp verdi.
Dersler biter bitmez heyecanla yatakhanedeki tezgahımı kurdum.Dikkatle arka kapağı açtım,makineye baktım.Bir UT 6325 pırıl pırıl karşımdaydı.Önce kurdum,kuruluyordu.Sonra balansı kontrol ettim.Direk de sağlamdı ve pandülü çok muntazamdı.Belki de ilk ben açmıştım.Dikkatlice balansı söktüm ve ustamdan öğrendiğim şekilde saatin kapağının içine bıraktım.Maşayı salladım ki saat bir anda boşalıverdi.Maşa aksı kırılmıştı.Zambo sakız kutumdan hurda 6325 lerimden birini çıkardım.İşte maşası sapasağlamdı.
Hemen o maşayı da, hocanın maşasını da söktüm.Bu arada maşa baskısının vidasını da heyecandan düşürdüm ama kolayca buldum.Bizim hurdanın maşasını takıp saati kurdum.Maşayı hafif hafif sağ sol yaptırdım.Çelik çark kesik kesik döndü.İşlem tamamdı.
Balansı takmadan içine puarla hava vererek olabilecek pisliklerden arındırdım.Daha balansın vidasını takmadan saat şıkır şıkır çalışmaya başladı.
İşte saatçiliğin en zirve noktası da burasıdır.Az önce ölü duran bir makinadan ses almak,onun çalıştığını görmek kadar büyük bir keyif yoktur.Saatin sesini uzun uzun dinledim.
Balansın sağa sola dönüşünde sanki bir bozukluk vardı.Ama hiç kurcalamadım.Kapağını kapatıp benim Serkisof'a göre ayarladım.Ertesi sabah ezanla uyanıp saate baktım.Çalışıyordu ama tam beş dakika geriydi.
Kapağı açıp raketten biraz avans verdim.Bu defa dinlediğimde sesi hoş geldi.Öğleye kadar hocaya vermemeye karar verdim.Bu arada çeçevesini de Kaol (Bir çeşit gümüş parlatıcısı) ile ovarak pırıl pırıl yaptım.Öğlende baktığımda ayarda benim Serkisof'a göre hiç fark yoktu.
Öğleden sonra öğretmenler odasında hocayı buldum.Çalışan saatini teslim ettim.O da bana şimdi tam miktarını hatırlamıyorum ama iyice bir para verdi.Ve bütün okula "benim saati bir yapmış,hem saniye şaşmıyor hem de pırıl pırıl oldu" diye reklamımı yaptı.Bu şekilde orada adım saatçiye çıktı.Bu şekilde de daha sonra anlatacağım pek çok saatçilik macerasına giriş yapmış oldum.
İşin özü saat tamirciliği aynen doktorluk gibidir.Nasıl ki bir doktor hastasının iyileşmesinden büyük keyif alırsa bir saat tamircisi de çalıştırdığı bir saatten inanın ki aynı keyfi alır.
Anılar bende çok.Devam edeceğiz.
Herkese selamlar...