Türk Saatforumu
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.


Saat Forumu-www.turksaatforumu.com - Saatlerin Hyde park'ı-Saat Sohbeti
 
AnasayfaGaleriAramaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 Sağlık köşesi

Aşağa gitmek 
+7
egunns
sifujack
deka
barett
watcher
teng
parabellum p08
11 posters
Sayfaya git : Önceki  1, 2
YazarMesaj
parabellum p08

parabellum p08


Mesaj Sayısı : 619
Kayıt tarihi : 09/03/10
Yaş : 51
Nerden : Samsun

Sağlık köşesi - Sayfa 2 Empty
MesajKonu: Geri: Sağlık köşesi   Sağlık köşesi - Sayfa 2 Icon_minipostedPtsi 19 Nis. - 21:10

Çocuk ağız ve diş sağlığı hakkındaki sorular

Diş sağlığının önemine dikkat çeken uzmanlar, bu konudaki önlemlerin çocuk yaşta alınması gerektiğini belirtiyor.

Diş çürüklerinin ağrı, kötü koku, çiğneme zorluğu, beslenme bozukluğu ve çirkin görüntüye yol açtığını belirten uzmanlar, "Çürükler, ağrıyla çocuğun çok küçük yaşlarda tanışmasına ve gelecekte bazı fobileri olmasına neden olabilir. Tedavi edilmeyen diş bozuklukları, ileride diş çarpıklığı, çene gelişiminde bozukluk ve romatizmadan kalp rahatsızlıklarına kadar pek çok genel sağlık problemine sebep olabilir. Dolayısıyla, süt dişlerindeki çürükler, "nasıl olsa yerine yenileri gelecek" yanılgısına düşmeden tedavi edilmelidir" diyor.

Uzmanlar, diş sağlığı konusunda dikkat edilmesi gereken hususları soru-cevap şeklinde şöyle açıklıyor:

"Süt dişlerinin önemi nedir?"
Uzmanların verdiği bilgiye göre, süt dişlerinin birinci görevi çocuğun düzgün beslenmesini sağlamak. Ayrıca, konuşmanın düzgün gelişimi de süt dişlerinin varlığına bağlı. Süt dişleri, kapladıkları alanı kendilerinin yerine gelecek olan kalıcı diş için korumakta ve kalıcı diş sürerken ona rehberlik yapmakta. Süt dişi erken çekildiği zaman, bu doğal yer tutuculuk fonksiyonu da ortadan kalkmakta.

"Çocukların dişleri neden çürür?"
Süt dişleri, normal dişlere oranla daha çok organik madde içerir. Bu nedenle çürümeye daha yatkındır, daha kolay ve hızlı çürür. Çocuklar, çürüğün erken döneminde görülebilen soğuk-sıcak hassasiyeti ve hafif ağrı gibi sinyalleri zamanında yorumlayamazlar. Olayı, ancak dayanılamayacak kadar ağrı olması durumunda fark ederler, ki bu durumda çok geç kalınmış olabilir. Çocuklar, ağız bakımına yetişkinler kadar dikkat edemezler. Çocuğun el becerisi, merakı ve ebeveynin tutumu, diş fırçalama alışkanlığını belirler.

Özellikle annelerin sıklıkla yaptığı bir hata, emzik ya da biberonu şeker, reçel gibi gıdalara batırarak çocuklara vermeleri veya onları uyku aralarında şekerli süt, meyve suyu gibi gıdalara alıştırmalarıdır. Böylece, beslenme düzensizliğinden dolayı dişler çürümeye yatkın hale gelir.

"Çürük oluşumu engellenebilir mi?"
Uzmanların verdikleri bilgiye göre, çürüğü tamamen engelleyebilecek bir aşı ya da ilaç henüz geliştirilemedi. Ancak, çürük sayısını azaltmaya yönelik bazı malzemeler günümüzde kullanılmakta. Bunlardan biri, "fissür örtücü" denilen malzeme. Diş çürükleri genellikle, azı ve küçükazı dişlerinin çiğneyici yüzlerinde bulunan "fissür" adı verilen oluklarda başlıyor. Adı geçen malzemeyle olukların üzeri kapatılıp, o bölgeye mikrop, yemek artığı vs'nin sızması engellenerek çürük başlaması önleniyor. Bu işlem, 6 yaşından itibaren çıkan kalıcı azı ve küçükazı dişlerine de uygulanabiliyor. Çürüğü engellemenin başka bir yolu da dişlerin çürüğe karşı direncini arttırmak. Dişlere yüzeysel florür uygulanması suretiyle bu direnç kazandırılıyor.

"Süt dişlerindeki çürükler tedavi edilmeli mi?"
Tedavi edilmeyen süt dişi çürükleri, ağrı, kötü koku, çiğneme zorluğu, beslenme bozukluğu ve çirkin görüntüye yol açar. Bu dönemdeki tedavi edilmeyen diş bozuklukları, ileride diş çarpıklığı, çene gelişiminde bozukluk ve romatizmadan kalp rahatsızlıklarına kadar pek çok genel sağlık problemine sebep olabilir. Dolayısıyla, süt dişlerindeki çürükler, "nasıl olsa yerine yenileri gelecek" yanılgısına düşmeden tedavi edilmeli.

Süt dişlerindeki çürükler, ağrı ile çocuğun çok küçük yaşlarda tanışmasına ve gelecekte bazı fobileri olmasına neden olabilir. Bu çürükler ayrıca, süt dişlerinin çok erken kaybına da neden olabilir.

"Bebeğimin dişleri sürer sürmez neden çürümüş olabilir?"
Uzmanların verdikleri bilgiye göre, bebeklerde bazen, dişlerin üzerinde sürer sürmez kahverengi lekeler oluştuğu ya da bu dişlerin kırılıp döküldüğü gözlenir. Aslında bu lekeler diş çürükleridir ve dişler de çürük nedeniyle kırılır. Bu kadar erken bir dönemde çürük oluşmasının nedeni, biberon çürüğü adı verilen çürüklerdir. Bebek beslenmesinde en önemli besin olan anne sütü ya da inek sütü doğal olarak şeker içerir. Gece yatmadan önce ya da uyku sırasında bebek anne sütü veya biberon emerse, süt ağızda birikerek mikropların dişleri çürütmesi için elverişli bir ortam oluşturur. Bu nedenle özellikle gece beslenmesi sonrası dişlerin temizliğine özen gösterilmelidir.

"Biberon çürüğü önemli midir?"
Biberon çürüğü görülen diş tedavi edilmezse ağrı yapar ve iltihaplanır. İltihaplı ya da ağrıyan dişler bebeğin huzursuzlanmasına ve beslenme düzeninin bozulmasına neden olur. İltihap, alttan gelecek kalıcı dişleri de etkileyip şekillerinin bozuk olmasına yol açar. Bu dişler çekilmek zorunda kalırsa, çocukta konuşma problemleri ortaya çıkabilir.

"Biberon çürüğünden korunmak için ne yapmak gerekir?"
Bebeklerde meydana gelen çürüklerin tedavisi çok güç olduğundan, koruyucu önlemlerin erken dönemde alınması gerekir. Uzmanların bu konudaki önerileri şunlar:
Bebeğinizin gece ağzında biberonla uyuma alışkanlığını önleyin. Biberondaki süte şeker, bal, pekmez gibi tatlandırıcılar ilave etmeyin. Bebek beslendikten sonra mutlaka su içirin. İlk dişlerin sürmeye başlamasıyla, gece ve sabah beslenmeleri sonrası temiz, ıslak bir tülbent ile dişlerini silerek temizleyin.

"Biberon emmediği halde bebeğimin dişleri neden çürüdü?"
Ağlayan bebekleri s6ck sayısını azaltmaya yusturmak amacıyla biberonların bal, pekmez, reçel gibi tatlandırıcılara batırılarak verilmesi de biberon çürüklerinin başka bir nedenidir. Bunun yanı sıra, dişler sürdükten sonra oyalanmak amacıyla bebeğin eline verilen karbohidratlı-şekerli gıdalar da diş çürüklerine neden olur. Çocuğu, bu tür gıdaların yerine elma, havuç gibi besin değeri yüksek ve diş temizliğine yardımcı gıdalara yönlendirmek gerekir.

"Bebeklerde ağız bakımı nasıl yapılmalı?"
Uzmanların verdikleri bilgiye göre, bebeklerin en azından ilk dört ay anne sütü ile beslenmeleri, ağız çevresindeki yumuşak doku ve kas fonksiyonlarının normal gelişimini sağlayacaktır. Anne sütünün yetersiz olduğu durumlarda, fizyolojik başlıklı, yani damaklı, kesik uçlu biberon kullanımı gerekir. Bebekler 1 yaşından itibaren bardak ve kaşıkla beslenmeye alıştırılmalıdır. Biberonla beslenme en fazla 2 yaşına kadar devam edebilir. Parmak emme, yalancı emzik kullanma gibi alışkanlıklara 2-2,5 yaşına kadar izin verilebilir. Eğer parmak emme alışkanlığı mevcutsa, bunun sebebi araştırılmalı ve 3-6 yaş arasında mutlaka giderilmelidir.

Solunum problemleri, çene gelişmesi üzerine olumsuz etki eder. Burundan değil de sadece ağızdan soluma durumu mevcutsa, muhakkak kulak burun boğaz uzmanına danışılmalıdır.

"Çocuklarda diş fırçalama ne zaman başlamalı?"
Bebek 6-8 aylıkken, yani ilk dişler ağızda göründüğünde, temizleme işlemi başlamalıdır. Sabah kahvaltısı sonrası ve gece yatmadan önce dişleri, en azından çiğneme yüzeylerini temiz bir tülbent ya da gazlı bezi ıslatarak silmek, temizlemek yerinde olur.
Diş fırçası kullanımına ise çocuğun arka dişlerinin çıkmasından sonra, ortalama 2.5-3 yaşında başlanması uygundur.

Okul öncesi çocuklara diş fırçalama için bir teknik uygulatmak çok zordur. Bu yaşlarda önemli olan, çocuğa diş fırçalama alışkanlığı kazandırmaktır. Çocuklar diş fırçalarken çoğu zaman dişlerin görünen ya da kolay ulaşılan yüzlerini fırçalarlar. Oysa çürüklerin önlenmesi için dişlerin ara ve çiğneyici yüzeylerini çok daha iyi temizlemek gerekir. Bu nedenle, fırçalamadan sonra anne-babanın kontrolü yerinde olacaktır.

"Çocuklar için nasıl bir diş fırçası seçilmeli?"
Uzmanların bu soruya verdikleri yanıt, çocuğun ağız büyüklüğüne uygun, yumuşak ve naylon kıllardan üretilmiş diş fırçalarının kullanılması. Sert fırçalar dişleri aşındıracağı için kullanımı uygun değil. Eskimiş bir süpürgeyle süpürme işlemi nasıl yapılamazsa, eski bir fırçayla da dişler fırçalanamaz. Fırça, kılları aşınır aşınmaz mutlaka değiştirilmeli.

"Çocuklarda hangi diş macunu ne kadar kullanılmalı?"
Uzmanlar, bebeklik döneminde ve 3 yaşına kadar çocuklara diş macunu kullanımını önermiyor. Uzmanlara göre, diş macunu kullanımına 3 yaşından sonra başlanmalı. Ancak reklamlarda gördüğünüz gibi 3-5 cm. değil, bir leblebi kadar macun fırçalama için yeterli. Diş macunu kullanımına başlandığı dönemde, florürlü diş macunlarından herhangi biri tercih edilebilir. Önemli olan, çocuğun seçilen macunun tadını sevip istek duyması. Macundan çok, etkili bir fırçalama işleminin önemli olduğunu unutmamak gerekir.

"Çocuğuma dişlerini günde kaç kez fırçalatmalıyım?"
Sabah kahvaltısı sonrası ve gece yatmadan önce, sadece üçer dakikalık etkili bir fırçalama işlemi yeterli.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Misafir
Misafir
Anonymous



Sağlık köşesi - Sayfa 2 Empty
MesajKonu: Geri: Sağlık köşesi   Sağlık köşesi - Sayfa 2 Icon_minipostedSalı 20 Nis. - 16:24

.


En son katil balina tarafından Perş. 9 Eyl. - 3:34 tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
parabellum p08

parabellum p08


Mesaj Sayısı : 619
Kayıt tarihi : 09/03/10
Yaş : 51
Nerden : Samsun

Sağlık köşesi - Sayfa 2 Empty
MesajKonu: Geri: Sağlık köşesi   Sağlık köşesi - Sayfa 2 Icon_minipostedSalı 20 Nis. - 20:31

Sayın katil balina, tariflediğiniz durum hakkında size pm atmış bulunmaktayım. Görüşmek dileğiyle, saygılar...
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
parabellum p08

parabellum p08


Mesaj Sayısı : 619
Kayıt tarihi : 09/03/10
Yaş : 51
Nerden : Samsun

Sağlık köşesi - Sayfa 2 Empty
MesajKonu: Geri: Sağlık köşesi   Sağlık köşesi - Sayfa 2 Icon_minipostedSalı 20 Nis. - 23:31

ÇAĞIMIZIN KORKULU RÜYASI: AIDS
YRD. DOÇ. DR. BELGİN AYVAŞIK *
Çağımızın korkulu rüyası olan AIDS’ in tedavisi için günümüzde bilinen bir ilaç veya aşı yoktur. Son yıllarda proteaz ketleyicileri (protease inhibitors) adı verilen yeni bir ilaç grubunun keşfedilmesi ve piyasaya sürülmesi AIDS hastaları için yeni bir umut ışığı olmuştur. Proteaz ketleyicileri, AIDS'e neden olan HIV virüsünün proteaz enzimini bloke ederek virüsün çoğalmasını engellemektedirler. Proteaz ketleyicileri, AZT, ddi, ddC gibi nukleozid benzerleri (nucleoside analogues) adı verilen ilaçlarla birlikte veya tek başlarına kullanılmaktadırlar.
Proteaz ketleyicileri HIV/AIDS hastaları için yeni bir umut ışığı olmasına rağmen, uzmanlar ilaçların virüs üzerindeki etkileri konusunda yine de kaygılıdırlar. Birincisi, ilaçların uzun süreli etkisinin ne olduğu bilinmemektedir. Uzmanlar uzun süre kullanım sonucu, ilaçlara direnç olarak virüsün yeni bir formunun gelişmesinden korkmaktadırlar. Ayrıca hangi ilacın ne zaman ve ne kadar alınırsa daha etkili olacağı konusunda da kesin bilgiler yoktur. Bazı araştırmacılar, HIV virüsünün hastalığın ilk aşamasında hızla çoğaldığını ve bu nedenle belirtiler ortaya çıkmadan ilaç tedavisine başlanılması gerektiğini ileri sürmektedirler. Bazıları ise, belirtiler ortaya çıktığı ve T-hücrelerinin (bağışıklık sistemi tarafından üretilen ve vücuda giren virüslere karşı savaşan hücreler) sayısı önemli ölçüde azaldığı zaman ilaç tedavisine başlamanın daha uygun olduğunu savunmaktadırlar.
HIV/AIDS' in Yayılmasının Önlenmesinde Hedef Alınan Risk Grupları
HIV/AIDS çalışmalarında virüsün yayılmasını önlemek için hedef alınan gruplar şunlardır:
1. Homoseksüel ve/veya biseksüel erkekler: Bu gruba yönelik müdahele teknikleri daha çok, bu kişilerin aile tarafından rededilme gibi çeşitli sorunlarına yönelik programlar ile bütünleştirilerek sunulmaktadır. Bu grupta virüs ya cinsel ilişki ya da uyuşturucu bağımlılığı nedeni ile aynı iğnenin kullanılması sonucu bulaşmaktadır.
2. Uyuşturucu bağımlıları: Tüm AIDS vakalarının 1/3' ünü uyuşturucu bağımlıları oluşturmaktadır. Eğitim programları, bir başkasının kullandığı iğneyi kullanmama veya iğneyi çamaşır suyu ile dezenfekte etme gibi davranış değişikliklerini içermektedir.
3. Kadınlar: ABD' de HIV pozitif olan kadınların sayısı her geçen gün artmaktadır. Kadınlara yönelik programlar daha çok korunmalı cinsel ilişki için kadınları eğitmeye ve çeşitli beceriler kazandırmaya yöneliktir. Ayrıca HIV pozitif olan ve çocukları olan kadınlara duygusal destek sağlanmaktadır.
4. Ergenler: Müdahele programları okullarda kondom sağlamaktan cinsel eğitime kadar çeşitli yöntemleri içermektedir.
5. Zihinsel bozukluğu olan kişiler: Bu grup, HIV/AIDS önleme programları içinde çok fazla dikkate alınmamaktadır. Fakat araştırmalar New York' ta psikiyatri kliniklerine başvuran hastaların %5-8' inin HIV pozitif olduğunu göstermektedir. Bu oran evsizlerde %14' e kadar yükselmektedir.
HIV/AIDS Önleme Çalışmalarında Davranış Bilimcilerinin Rolü
HIV/AIDS tedavisi için çalışmalar hızla devam ederken, HIV tüm dünyada da aynı hızda yayılmaya devam etmekte ve her yıl binlerce kişi virüse yakalanmaktadır. HIV/AIDS önleme programları içinde davranış bilimcilerinin rolü her geçen gün artmaktadır. Amerika Birleşik Devletleri'nde (ABD) davranış ve tıp bilim adamları halkı AIDS' ten korumak için nasıl birarada çalışabileceklerini araştırmaktadır ve bu amaçla Ulusal Ruh Sağlığı Enstitüsü (National Institute of Mind Health - NIMH), Ulusal Sağlık Enstitüsü (National Institute of Health - NIH), Amerikan Psikoloji Derneği (American Psychological Association - APA) ve Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezleri (Centers for Disease Control and Prevention - CDC) birarada çalışmaktadır.
HIV/AIDS salgını ile ilgilenen psikologlar daha çok aşağıda belirtilen konularda araştırmalar yapmaktadırlar:
• özellikle risk gruplarında enfeksiyondan korunmak için davranış değişiklikleri yaratmak ve bu davranış değişikliklerinin sürdürülmesi için kişileri teşvik edici yolları araştırmak
• risk içeren davranışlardan kaçınmak için kişilerin kendine yeterli davranış becerileri geliştirmesini sağlamak. Örneğin, kişilere beraber oldukları eşleri ile korunmalı cinsel ilişki için ikna etme konusunda gerekli becerileri öğretmek
• enjeksiyon yolu ile uyuşturucu kullanan kişilere en azından iğneleri çamaşır suyu ile yıkamalarını ya da yeni iğne kullanmalarını sağlayacak davranış becerileri kazandırmak
• telefonda danışmanlık gibi çeşitli stratejileri araştırmak
• HIV/AIDS hastalarına bakan kişilere stres, tükenmişlik gibi konular ile baş etmelerinde yardımcı olmak
• şüphelendikleri anda kişilerin test olmalarını sağlayacak davranış değişiklikleri yaratmak
• toplumda HIV/AIDS konusunda tutum değişikliklerinin nasıl ortaya konabileceğine ilişkin stratejiler geliştirmek
• HIV riski hakkında eğitim ve bilgi sunmak
Davranış bilimcilerinin araştırma sonuçlarının risk altındaki kişilere gönüllü hizmet sunan dernekler veya kuruluşlar ile paylaşılması için ABD' de büyük bir baskı vardır. HIV önleme araştırmaları davranış biliminin kuram (sosyal öğrenme kuramı, sağlık-inanç modeli gibi) ve yöntemlerini temel alarak çeşitli müdahele teknikleri geliştirmiştir. Örneğin, bir başkasının kullandığı iğneyi kullanmama veya iğneyi temizleme gibi davranış değişikliklerini içeren müdahele programları başarılı olmuş ve uyuşturucu kullananlar arasında HIV' nin enjeksiyon yolu ile iletilmesi oranı azalmıştır.
Şimdi ise araştırma amacıyla yapılan müdahele programlarını sosyal gruplara (homo-seksüeller, lezbiyenler, Afrikalı Amerikalılar gibi topluluklar) uyarlamak için modeller geliştirilmektedir. Davranış bilimcileri, sosyal grupların kendi AIDS önleme programlarını geliştirmelerinde aşağıda belirtilen konularda yardımcı olmaktadırlar.
• sosyal grubun hedef aldığı popülasyonda riskli davranışların belirlenerek değerlendi-rilmesi
• hedef alınan popülasyon için hangi müdahele tekniğinin daha uygun ve etkili oldu-ğunun belirlenmesi
• davranış değişikliği için yapılan planlama sürecinin değerlendirilmesi
• APA sosyal gruplara kendi müdahele programlarını geliştirmede yardımcı olan psikologları desteklemektedir.
HIV/AIDS Hastalarının Tedavisinde Etik Sorunlar
HIV/AIDS vakaları dünyada hızla artmaya devam ederken beraberinde de tedaviye ilişkin etik sorunlar da artmaktadır. AIDS’ li hastalar ile çalışan psikologların ve diğer sağlık personelinin karşılaştığı etik sorunlar şu şekilde özetlenebilir:
1. HIV pozitif olan ve korunmasız cinsel ilişkiyi devam ettiren veya uyuşturucu bağımlısı olduğu için iğne paylaşmayı sürdüren bir hastası olan bir psikologun karşılaştığı etik sorunlar. Yasalara göre eğer hasta başkaları için tehlikeli ise, terapist kurbanları korumak için onları uyarmak ile yükümlüdür. Fakat, bu tür bir vakada terapist hastanın birlikte olduğu kişileri uyarmak istese bile, genellikle yabancılar ile birlikte olduğu için kimi uyaracağını bilmemektedir. Bu durumda kişi başkaları için tehlikeli ise tutuklanmalı mıdır? Bu kişilere daha çok davranışının doğurgularını anlaması için yardım etmeye veya davranış değişikliği yaratmaya yönelik terapiler uygulanmaktadır.
2. Evli ve HIV pozitif olan bir hastanın eşine durumun terapist tarafından anlatılıp anlatılmayacağı da diğer bir etik ikilemdir. Terapist durumu eşe anlattığında hasta/terapist gizliliği ilkesi ihlal edileceği için, hasta terapisti mahkemeye verebilir. Eş ise kendi sağlığını ilgilendiren bir durumdan haberdar edilmediği için terapisti mahkemeye verebilir.
3. Kendisi HIV pozitif olan bir terapistin HIV pozitif olan veya olmayan hastalarını durumu hakkında bilgilendirip bilgilendirmeyeceği de diğer bir etik ikilemdir. HIV pozitif olan terapistlerin kendi yaşantılarına göre durum hastaya anlatıldığında bazı hastalar anlayışla durumu karşılarken bazıları da terapiyi dahi bırakmaktadırlar.
4. HIV pozitif olan bir çocuğa durumunun kim tarafından ve nasıl anlatılacağı da terapistlerin en fazla karşılaştıkları etik ikilemlerden birisidir.
5. Diğer bir etik sorun HIV pozitif olan kişi intihar etmek istediğinde ortaya çıkmaktadır. Terapist ya da doktor hastanın intihar etmesine yardımcı olmalı mıdır? HIV hastalarında gözlenen intihar fikri depresyon gibi davranış bozukluklarında gözlenen intihar fikrinden tamamen farklıdır. AIDS hastalarında intihar fikri onlara yaşamlarının kontrolünün kendi ellerinde olduğu duygusunu vermektedir. Bu nedenle, terapistin en azından hastasının gerçek durumunu değerlendirerek intihar fikrinin depresyon gibi bir davranış bozukluğundan kaynaklanmadığını belirlemesi gerektiği önerilmektedir.
• ODTÜ Psikoloji Bölümü
• Türk Psikoloji Bülteni 3 (6) 70-72. Türk Psikologlar Derneği, 1999
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
parabellum p08

parabellum p08


Mesaj Sayısı : 619
Kayıt tarihi : 09/03/10
Yaş : 51
Nerden : Samsun

Sağlık köşesi - Sayfa 2 Empty
MesajKonu: Geri: Sağlık köşesi   Sağlık köşesi - Sayfa 2 Icon_minipostedSalı 20 Nis. - 23:31

AİLE PLANLAMASI

Aile planlaması, istedikleri zaman, istedikleri sayıda çocuk sahibi olmaları için ailelere verilen hizmetlerin tümüdür. Aile planlaması ailelerdeki kişi sayısını sınırlandırma anlamını taşımaz. Amaç anne ve doğacak çocukların sağlıklı olması ve çocuk sahibi olmak istendiğinde gebeliğin oluşmasıdır. Çünkü iki yıldan az aralıklarla yapılan doğumlar annenin vücut sağlığını önemli ölçüde bozmakta, gebelik sırasında riskleri artırmakta, hatta ara vermeden arka arkaya yapılan doğumlar anne ölümlerine neden olmaktadır. Ayrıca sık aralıklarla doğan çocukların anne karnında gelişmeleri tam olmamakta (doğum ağırlığı düşük bebekler), sakatlık oranı yükselmekte, bakımları güçleşmekte ve bebek ölümleri artmaktadır.
Bütün bunlar gözönüne alındığında aile planlamasının amaçlarını şöyle sıralayabiliriz ;
Bireyleri ve aileleri, üreme sağlığı konusunda eğitmek
Anne ölümlerini önlemek ve sağlığını korumak
Bebeklerin sağlıkla doğmalarını ve yaşamalarını sağlamak
Yüksek riskli gebelikleri önlemek
İstenmeyen gebelikleri önlemek
Çocuk sahibi olmak isteyenlere tıbbi yardım sağlamak
Bireyleri aile planlaması yöntemleri konusunda eğitmek.
Türkiye'de aile planlaması hizmetleri; Sağlık Bakanlığı'na bağlı olan sağlık ocakları, ana-çocuk sağlığı ve aile planlaması merkezleri ve hastanelerin yanında SSK hastaneleri, üniversite ve diğer kamu kuruluşlarının hastaneleri ve özel sağlık merkezlerinde verilmektedir. Kamu kuruluşlarında, kondom ve doğum kontrol hapları ücretsiz dağıtılmakta, rahim içi araç (RİA) ücretsiz ya da çok düşük bir ücret karşılığında uygulanmaktadır.
Aile planlaması yöntemleri
Aile planlaması amacı ile gebeliği önleyici yöntemler, etkinliği yüksek sağlıklı modern yöntemler ve etkinliği düşük eski yöntemler olarak iki grupta incelenmektedir.
A. Etkinliği yüksek, sağlıklı, modern yöntemler
1. Prezervatif (kondom, kılıf)
Erkek tohum hücrelerinin (spermlerinin) vajina(hazneye) dökülmesini, dolayısı ile sperm ve yumurtanın karşılaşmasını engelleyerek gebeliği önler. Bir başka özelliği de cinsel yolla bulaşan hastalıkların bulaşmasını engelleyen tek yöntem olmasıdır. (örn: AIDS, sifiliz, bel soğukluğu vs.) Halk arasında kılıf diye de bilinir. Cinsel ilişki öncesi erkek tarafından doğru şekilde kullanıldığında koruyuculuk oranı % 95 - 98 ‘ dir. Her bir prezervatif bir defa kullanılmalıdır. Sağlığa hiçbir zararı yoktur.

2. Vajinal bariyerler (diyafram, sperm öldürücü krem, köpük, fitil)
Diyafram rahim ağzına takılarak spermlerin içeriye geçmesini engeller. Sperm öldürücüler, vajinadaki tüm spermleri işe yaramaz hale getirir.
Diyafram ve sperm öldürücüler birarada ve doğru kullanıldığında etkinlikleri artar. İlişkiden


önce kadın tarafından yerine yerleştirilir. İlişkiden sonra en az 6 saat yerinde bırakılmalıdır. Sağlığa bir zararları yoktur.
3. Rahim içi araçlar (spiraller)
Rahim içine uygulanarak yumurtanın rahim içine naklini, spermlerin yumurtanın yanına gitmesini ve döllenme olsa bile rahim içinin özelliklerini bozarak döllenmiş yumurtanın yerleşmesini engeller. Çıkarıldığında doğurganlık geri döner. Yan etkileri yok denecek kadar azdır, kontrolleri düzenli olarak yapılrsa 10 yıl süre ile % 98 oranında korur.

4. Hormonal yöntemler (doğum kontrol hapları, iğneleri)
Hemen hepsi, yumurtlamayı durdurur, rahim ağzı tıkacını kalınlaştırarak spermin rahim içine girmesini engeller, rahim içi zarı inceltir.

Haplar ağızdan alınır, 21 ile 25 gün kullanılanları vardır.
İğneler aylık ya da 3 aylık iki ayrı formdadır. Enjeksiyon iğne tipine göre her ay, ya da 3 ayda bir kas içine yapılarak uygulanır. Kullanımları bırakıldığında doğurganlık geri döner.
Hormonal yöntem kullanmadan önce mutlaka bir muayeneden geçip hangi yöntemin nasıl kullanılacağı hekim ve çift tarafından kararlaştırılmalıdır. Koruyuculuk oranları doğru kullanıldıklarında % 100’e çok yakındır.
Özellikle 5 yıldan uzun süre hap kullanan kadınlarda kullanmayanlara nazaran rahim ve yumurtalık kanseri görülme sıklığı yaklaşık yarı yarıya azalmaktadır!.
5. Tüp ligasyonu (kadınlarda kordonların (rahim kanalları) bağlanması)
Kadınlarda yumurtanın geçtiği rahim kanallarının kapatılması ya da bağlanması işlemidir. Genellikle genel anestezi ile yapılan küçük bir ameliyat gerektirir. Böylece sperm ve yumurtanın karşılaşması engellenir. Geri dönüşü olmayan bir yöntemdir. Herhangi bir şekilde adet bozukluklarına ya da hormonal değişime, cinsel istek azalmasına neden olmaz. Kesinlikle bir daha çocuk sahibi olmak istemeyen çiftler tercih etmelidir.

6. Vasektomi (erkekte sperm kanallarının bağlanması)
Erkekte lokal anestezi ile spermin geçtiği kanalların kesilmesi veya bağlanması işlemidir. Geri dönüşü yoktur. Ancak erkeklik gücünde ya da cinsel ilişkide herhangi bir azalmaya veya değişmeye neden olmaz
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
parabellum p08

parabellum p08


Mesaj Sayısı : 619
Kayıt tarihi : 09/03/10
Yaş : 51
Nerden : Samsun

Sağlık köşesi - Sayfa 2 Empty
MesajKonu: Geri: Sağlık köşesi   Sağlık köşesi - Sayfa 2 Icon_minipostedSalı 20 Nis. - 23:32

ALIÇ SİRKESİ


ALIÇ, Ekşimuşmula, barutağacı, yemişen

Gülgillerden kırlarda yabani olarak yetişen bir ağaçtır. Meyveleri küçük muşmulaya benzer ve kırmızı renklidir. Tadı mayhoştur. Hekimlikte meyvesi kullanılır.


FAYDASI

Asabi çarpıntıları dindirir.

Sinir bozukluğunu giderir.

Yüksek tansiyonu düşürür.

Aritmide kullanılır.

Uykusuzluğu giderir.

Kalbi kuvvetlendirir.

Damar sertliği ve göğüs nezlesine faydalıdır.


KULLANILIŞI

Bir çay bardağının yarısını su yarısını da Alıç sirkesiyle doldurarak aç karnına günde bir sefer içilmesi tavsiye edilir.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
parabellum p08

parabellum p08


Mesaj Sayısı : 619
Kayıt tarihi : 09/03/10
Yaş : 51
Nerden : Samsun

Sağlık köşesi - Sayfa 2 Empty
MesajKonu: Geri: Sağlık köşesi   Sağlık köşesi - Sayfa 2 Icon_minipostedSalı 20 Nis. - 23:32

ANDIZ PEKMEZİ


FAYDALARI

Bronşit, öksürük, sarılık, kaşıntı, egzama, mide bulantısı, akciğer ve karaciğer hastalıklarına iyi gelir.

Balgam ve idrar söktürür.

Tembel mideyi çalıştırır.


KULLANILIŞI


Sade olarak günde iki üç tatlı kaşığı alınabilir. Eşit oranda süzme balla karıştırılarak günde dört beş tatlı kaşığı yenilebilir.


ANDIZ PEKMEZİ

Ardıç ağacı denilen veya andız diye isimlendirilen ağacın kökünden yapılır.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
parabellum p08

parabellum p08


Mesaj Sayısı : 619
Kayıt tarihi : 09/03/10
Yaş : 51
Nerden : Samsun

Sağlık köşesi - Sayfa 2 Empty
MesajKonu: Geri: Sağlık köşesi   Sağlık köşesi - Sayfa 2 Icon_minipostedSalı 20 Nis. - 23:33

ASRIN GIDASI
S P I R U L İ N A


Spırulina, mavi -yeşil alglerden oluşan mikroskobik bir yosun türüdür. Alkalili sularda kendiliğinden yetişen spirulina, günümüzde özel havuzlarda yetiştirilmektedir. Bu havuzlarda üretilen spirulina, olgunlaştıktan sonra kurutulup doğal toz haline getirilerek kapsül yada tablet formunda tüketime sunulmaktadır.
Spırulina, içerik olarak dünyadaki en zengin besinlerden biridir. İçerdiği protein, karoten, klorofil, vitamin, gamma linolenic asit ve mineraller gibi beslenme öğeleriyle bilim adamlarını şaşırtmaktadır.Aynı zamanda dünyanın en zengin B 12 vitamini kaynaklarından biridir. Yapısında tamamen doğal karışık karoten ve xantophll phyto pigmentler taşır. Selüloz içermeyen zar duvarıyla kolaylıkla sindirilebilen bir yapıdadır. Sağlıklı bir vücut ve bellek için gereken her türlü madde konsantre olarak spırulinanın içinde bulunmaktadır. Spırulina, protein, mineral ve vitamin açısından çok zengin olduğundan bir çok hastalığın tedavisinde yardımcı rol oynar.
Spırulinanın gücü yalnızca içerdiği maddelerden değil bu maddeler arasındaki sinerjiden de kaynaklanmaktadır. Bunun anlamı içindeki maddelerin bir araya geldiğinde daha güçlü etkiler meydana getirdiğidir.
Bilindiği gibi güneş enerjisinin insan üzerinde vazgeçilmez etkileri vardır. Bu enerji, taze sebzelerde ve güneşte olgunlaşmış meyvelerde bulunmaktadır. Spırulinada da güneş enerjisini başka hiçbir yerde bulunmayan bir enerjiye çevirecek bir güç merkezi bulunmaktadır. Bu konudaki araştırma sonuçları göstermektedir ki Spırulina güneş enerjisi içeren en zengin kaynaklardan biridir.
Düzensiz beslenme, spordan uzak yaşam, stres, alkol ve sigara kullanımı insan vücudunun direncini kırmaktadır. Spırulinanın bu etkenlere karşı 3 temel etkisi vardır:

İnsan vücudunu temizler. Vücuda zindelik ve enerji verir.

İnsan beslenmesindeki eksik yönleri tamamlar. Metabolizmayı harekete geçirir.

Vücudun direncini arttırır.


SPIRULİNANIN İÇERİĞİ

Spırulina tamamiyle doğal bir üründür. Dolayısıyla içerdiği maddelerin miktarları, mevsimsel etkiler gibi doğal nedenlerden farklılık gösterebilir. Yapılan çalışmalarda ortaya çıkan ortalama değerler;

100 gr SPIRULİNADA

Protein % 60 Mineraller % 8
Karbonhidrat % 19 Su % 7
Lipitler % 6 Enerji 360 kcal / 1500 kj




SPIRULİNANIN İNSAN BESLENMESİNDEKİ ÖNEMİ


Spırulinanın;

Vücudun bağışıklık sisteminin desteklenmesinde
Hamilelik dönemi ve sonrasında vücudun zindelik kazanmasında
İş yaşamında performans ve konsantrasyonun arttırılmasında
İçerdiği demir sayesinde menapoz döneminde zinde bir vücuda sahip olunmasında
İçerdiği mukoptrin sayesinde gastrit ve ülser gibi mide rahatsızlıklarında
Yemeklerden önce kullanıldığında tokluk hissi verdiğinden kilo kontrolünde
İçerdiği beta karoten sayesinde tümörlere karşı vücut direncinin arttırılmasında
Kolesterol ve tansiyonun dengelenmesinde
Toksit maddelerin vücuttan atılmasında. Kırmızı ve beyaz kan hücrelerinin üretimini arttıdığından kansızlığa karşı
İleriki yaşlarda yaşlanmaya karşı
İçerdiği GLA asitleri sayesinde sağlıklı bir cilt parlak saçlar ve güçlü tırnaklar için kullanılabileceği belirtilmektedir.


DOZAJ VE KULLANIMI:

Spırulina, herhangi bir yan etkisi olmayan doğal bir besindir. Bu nedenle kullanım miktarı sınırlı değildir. Uzmanlarca önerilen doz, her gün için 1 – 2 kapsül veya tablettir. Günlük enerji harcaması yüksek olan kişilerde bu doz arttırılabilir.

Serin ve ışık görmeyen bir yerde tercihen buzdolabında korunmalıdır.


LİTERATÜR:


Spırulina ile ilgili araştırmalardan bazıları:

1- Current Knowledge on potential health benefits of Spırulina, 1993 Journal of App. Phycology, USA
2- www.spırulina.com
3- Study on effect and mechanism of pollsaccharides of Spırulina on body immune function improvement, 1994, Univ. Of Malaysia , China
4- Antiviral sulfolipids from Cyanobacteria, 1989, Journal of the National Cancer Instıtue , USA
5- The Effect of Spırulina on Nephrotoxicty in rots, 1988, Chiba Univ. Presented at Annual Symposium of the Pharmaceutical Society of Japan



SPIRULİNA, bir ilaç değil doğal bir vitamin ve protein kompleksidir.



BALEN, Arı Mühendislik
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
parabellum p08

parabellum p08


Mesaj Sayısı : 619
Kayıt tarihi : 09/03/10
Yaş : 51
Nerden : Samsun

Sağlık köşesi - Sayfa 2 Empty
MesajKonu: Geri: Sağlık köşesi   Sağlık köşesi - Sayfa 2 Icon_minipostedSalı 20 Nis. - 23:34

AŞIRI TERLEME VE TEDAVİSİ


Terleme sıcak ortamlarda ve efor esnasında vücudun ısısını düzenlemek için oluşturduğu normal, fizyolojik bir olaydır.

Aşırı terleme dediğimizde ise çalışma ile,eforla,saunada veya spor esnasında oluşan tatlı terlemeden değil durup dururken ellerde ayaklarda oluşan, serin bir odada otururken bile gömleklerden ve hatta ceketlerden dışarıya taşan terlemeden bahsediyoruz.

Yüzlerinden, ellerinden ter damladığı için tahtaya kalkamayan, toplum içine çıkmaktan korkan gençlerden, el şıkışamayan, müzik aleti çalışamayan insanlardan ve hatta elleri aşırı terlediği için biberonlarını tutamayan bebeklerden bahsediyoruz. Aşırı terleme bu insanlar için kader değildir. Günümüzde bir çok ilaç ve çok etkili cerrahi tedavilerle bu hastalar rahatlatılabilmektedir.


Hiperhidrozis kişilerin yaşamını çok etkileyebilir, fizik rahatsızlar veya sosyal sıkıntılar oluşabilir, günlük aktivite ve iş hayatı olumsuz etkilenebilir. Kişiler ıslak elbise ve ayakkabılarından rahatsızlık duyarlar, devamlı ıslaklık ayaklarda çatlaklar oluşmasına, cildin tahrişine, mantar üremesine ve ayak kokusuna yol açar. Aşırı terleme elbise ve ayakkabıları bozar, yenilerini satın almak için ekstra para harcamak zorunda kalırlar.

Aşırı terleme olan hastaların psikolojik durumları etkilenir, bazen günde iki-üç kez elbise değiştirmek zorunda kalırlar, kendilerine güvenleri azalır, günlük aktivitelerden kaçarlar, mutsuz ve hatta depresyonda olurlar. Elleri devamlı nemli olan kişiler sık sık ellerini havlu veya kıyafetlerine sürerek temizlerler, el sıkışmaktan kaçınırlar. Nemli eller ve yüz yanlışlıkla aşırı endişeli kişiler olduklarının zannedilmesine yol açar. Bunun yanında endişeli durumlarda da terleme çok daha fazla oluşur. Terli ellerle aletleri tutmakta, müzik aleti çalmakta , elektronik cihazları çalmakta zorlanırlar, kağıtlar ıslanır ve mürekkepli yazılar terle kağıt üzerinde dağılır. Bu kişiler yazı yazmada veya resim yapmada güçlük çekerler. Cam objeleri düşürürler, elektrik şokuna maruz kalabilirler.

Aşırı terleme genellikle çocukluk ve ergenlik yaşlarında ortaya çıktığı için ilerideki meslek seçimini, kariyeri, başarıyı negatif etkilemektedir. Kişiler eğitim, satış , pazarlama gibi sık el sıkışma ve temas gerektiren işleri seçmekten kaçınırlar.

Aşırı terleme yapısal olabileceği gibi başka hastalıklar sonucu da oluşabilir. Doğru tanı konması hem terlemenin tedavisi hem de altta yatan hastalığın tedavisi için çok önemlidir. Aşırı terlemeye yol açan hastalıklar arasında halk arasında zehirli guatr denilen hipertriodizm, şeker hastalığı, hipoglisemi ve gut gibi hastalıklar, menapoz, böbrek üstü bezi rahatsızlıkları sayılabilir. Özellikle gece terlemeleri olan hastalarda tüberküloz yani verem, kalp kası iltihabı (endokardit), lenfoma, bazı ilaçların yan etkileri terlemenin sebebi olabilir. Ayrıca bazı kanserlerde, sinir sistemi hastalıklarında, omurilik yaralanmaları veya ameliyatları sonrasında da aşırı terleme oluşabilir.

Bazı fobik hastalarda ve panik atak hastalarında da aşırı terleme görülebilir.

Burada sayılan birçok önemli hastalıkta da aşırı terleme görülebileceği için hastalardaki terlemenin yapısal mı, yoksa başka bir hastalıktan mı kaynaklandığının belirlenmesi çok önemlidir. Altta yatan bir hastalık varsa öncelikle bu tedavi edilmelidir. Yapısal aşırı terleme tedavisi ise terlemenin şiddetine göre planlanır. Hafif terlemeler için piyasada bazı ilaçlar vardır. Gerektiğinde daha güçlü yapma ilaçlar hazırlatılabilir.

Bir diğer terleme tedavisi iyontoforez denilen doğru akım kullanılarak yapılan elektrik tedavisidir. Bu yöntemde özel olarak hazırlanmış bir cihaz içerisinde hasta el ve ayaklarını yirmi dakika tutar. Bu şekilde haftada iki veya üç kez yapılan seanslarla fayda gören hastalar normal yaşamlarını sürdürebilirler. Bu cihazın kullanılması hastalara öğretilmekte ve hasta cihazı satın alarak evde devamlı kendi kendine tedavi yapabilmektedir.

Bir diğer tedavi yöntemi botoks uygulamasıdır. Botoks uygulamasında ter bezlerinin olduğu bölgeye sık aralıklarla botoks enjeksiyonu yapılarak ter bezleri felç edilir, terleme durur. Etkili bir yöntemdir ancak etkisi geçicidir. Botoksun etkisi ortalama altı ay kadar sürer, her altı ayda bir tekrarlanması gerekir, bu nedenle maliyeti yüksek bir tedavi şeklidir. Terlemenin acil durdurulması gereken (özel günler,sınav,düğün gibi...) günlerde de bir seferlik uygulaması yapılabilir.

Aşırı terlemenin diğer tedavi yöntemleri cerrahi yöntemlerdir. Cerrahi tedavi yöntemleri en başarılı yöntemlerdir. Koltukaltı veya kasık terlemelerinde buradaki ter bezleri cerrahi yöntemle temizlenir ve o bölgelerde terleme durdurulmuş olur. Yan etkisi olmayan kolay bir ameliyattır.

Aşırı terlemenin en etkili tedavi yöntemi ise terleyen bölgeye giden sinirlerin kesilmesidir. Bu yöntemle ter bezlerinin çalışması durur ve istenilen bölgede tam kuruluk sağlanır. Koltukaltına, kola ve ellere giden sinirler akciğerin arkasında, göğüs duvarının ön kısmında bulunurlar. Bu sinirlerin kesilmesi endoskopik yöntemle yapılmaktadır. Kısaca ETS (Endoskopik Transtorasik Sempatektomi) denilen bu yöntemde göğüs duvarında açılan bir cm’lik iki veya üç delikten kamera ve aletler gönderilerek sinirler kesilir, sinirin kesildiği bölgede tam olarak kuruluk sağlanmış olur.

Özel bir aşırı terleme çeşidi de gustatuar terleme denilen yemek yeme esnasında yüzde, burunda, dudak çevresinde oluşan aşırı terleme tipidir. Şeker hastalarında daha sık görülür. Bu hastaların terlemeyi arttıran kahve, çikolata, baharatlı ve ekşi gıdalar, alkol ve çok sıcak gıdalardan kaçınmaları gereklidir. Bu hastalara da değişik tedavi yöntemleriyle yardımcı olunabilmektedir.


drbulent.koc@mynet.com
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
parabellum p08

parabellum p08


Mesaj Sayısı : 619
Kayıt tarihi : 09/03/10
Yaş : 51
Nerden : Samsun

Sağlık köşesi - Sayfa 2 Empty
MesajKonu: Geri: Sağlık köşesi   Sağlık köşesi - Sayfa 2 Icon_minipostedSalı 20 Nis. - 23:34

BEBEĞİN
ÖZÜRLÜ DOĞMASINA NEDEN OLAN
6 TEHLİKE


Uzmanlar, hamilelik döneminde özürlü bebek doğumuna yol açan 6 tehlikeye karşı anne adaylarını uyardı.

Sağlıklı bir bebek dünyaya getirmek isteyen anne adayının gebelik öncesi bilinçli olmasının, ortaya çıkabilecek pek çok rahatsızlığı önlediğini belirten uzmanlar, özürlü bebek doğumuna yol açan tehlikeye karşı anneleri uyardı.

Yüksek ateş, kedi ve köpekle yakın temas, her gün yapılan ağır makyaj, stres, içki ve bozulmuş yemek yemenin bebeğin özürlü doğmasına neden olduğunu tespit eden uzmanlar, bu durama yol açan sebepleri şöyle sıraladı:

- Hamileliğin ilk günlerinde yüksek ateş:

Hamileliğin ilk günlerinde geçirilen yüksek ateş, bebeğin dış görünüşünde bir anormalliğe neden olmazken, bebeğin beyin dokularının büyümesini olumsuz etkiler ve çocuğun zeka özürlü olmasına yol açabilir.

- Kedi ve köpekle yakın temas:

Bakteri taşıyan kedilerin bebeğin özürlü olmasına neden olan bir bulaşıcı hastalığın kaynağı olduğu ve kedinin dışkısının da bu bulaşıcı hastalığın ana yayılma yollarından biri olduğu pek bilinmiyor. Ancak yapılan bir araştırmada, İngiltere'de her yıl yaklaşık 500 bebeğin, annelerinin kediyle yakın temasta bulunmasından dolayı özürlü kaldığı ortaya çıktı.

- Her gün ağır makyaj yapmak:

Amerika Birleşik Devletleri'nde gerçekleştirilen bir araştırma sonucuna göre, her gün ağır makyaj yapan kadınların makyaj yapmayanlara göre özürlü bebek doğurma riski 1.25 kat daha fazla. Bebeği olumsuz etkileyen ise, kozmetik ürünlerde bulunan arsenik, kurşun ve merkür gibi zehirli maddeler. Bu gibi maddeler hamile kadının cildinden bebeğin kan dolaşımına giriyor ve bebeğin normal büyümesini olumsuz etkiliyor.









- Stres:

Hamileliğin ilk üç ayı içinde yaşanan stres, bebeğin "tavşan dudaklı" olması gibi çeşitli özürlere neden olabiliyor.

- İçki:

Hamile kadın içki içtiği zaman, alkol plasentadan embriyoya geçer ve bebeğe ciddi zarar verir. Hamilelik döneminde günlük iki bardak ya da daha fazla alkollü içki, bebeğin özürlü olmasına neden olabilir.

- Bozulmuş yemek yemek:

Uzmanlar, hamile kadının yediği bozulmuş yemeklerde bulunan küfün, plasentadan bebeğe geçtiğini, bunun da bebeğin kromozomlarında kötü etki yarattığını belirtiyorlar.





KAYNAK: www.haber.mynet.com
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
parabellum p08

parabellum p08


Mesaj Sayısı : 619
Kayıt tarihi : 09/03/10
Yaş : 51
Nerden : Samsun

Sağlık köşesi - Sayfa 2 Empty
MesajKonu: Geri: Sağlık köşesi   Sağlık köşesi - Sayfa 2 Icon_minipostedSalı 20 Nis. - 23:35

K E F İ R


Son yıllarda fermente süt ürünlerinde ve kefirde bulunan besin öğeleri, kanser oluşumlarında yada engellenmesinde önem kazandı.
Süt ürünlerinin bileşimindeki selenyumun; hücreler üzerine antioksidatif etki gösterdiği saptandığından bu da kansere karşı bir faktör olarak değerlendiriliyor.
Evde de üretilebilen kefir, düzenli olarak içildiğinde karaciğer, safra kesesi, böbrek fonksiyonları ve kan dolaşımı üzerinde olumlu etkiler yaratıyor.
Bilim adamları insanın, günlük selenyum ihtiyacının 200 mikrogram arasında değiştiğini belirtiyor. Kanserse tümör oluşum aşamasında oksidasyon sonucu oluşan hücre dışı yapıların hücre bozulmalarında etkili olduğu düşünülüyor. Bu etki selenyumun etkisine de benziyor.
Kefir düzenli olarak günde yarım litre içildiğinde organizmayı stabilize edici ( sağlamlaştırıcı) etkisinin olduğu, sağlık üzerine olumlu etkiler gösterdiği biliniyor. Ayrıca karaciğer, safra , böbrek fonksiyonları kan dolaşımı üzerinde de olumlu etkileri var.

KEFİR TANELERİNİN OLUŞUMU VE ÜRETİLMESİ

Kefir tanelerinin üretimi, çok ilginç ve zor bir üretimdir.Bugün üniversitelerde bile çok zor üretilebiliyor. Orjinali Kafkasya’da uygulanan bir yöntemdir. Keçi tulumu içinde, inek sütünün süt kuzusu ile süt danasının şirdenleri ile pıhtılaştırılması sonucuyla elde edilir. Pıhtılaştırmanın yapıldığı tulumun iç yüzeyinde birkaç hafta sonra süngerimsi bir kabuk tabakası oluşur.Bu kabuk tabakası alınıp bölünerek kurutulur. Kuruma sonucu oluşan küçük topaklar kefir taneleridir. Kefir taneleri patlamış mısır veya karnıbahar şeklindedir. Canlı mikroorganizmalardan oluştuğu için çok hassas koşullarda korunması ve uygun proseslerde sütle mayalanması gerekir. Hijyenik ortamlarda üretim yapılmazsa bu taneler ölebilir.
En az 5 – 7 gün kefir üretimi yapılmayacaksa taneleri, kaynatılıp soğutulmuş su ile yıkanarak ve buzdolabında temiz bir kavanozda su içinde saklanmalıdır.


KEFİRİN DİĞER FAYDALARI

1- Mikrobik enfeksiyonlara karşı direnci arttırır.

2- Serinletici aromasıyla kronik yorgunluğu giderir.

3- Stres azaltır, sakinleştirir ve kolesterolü düşürür.

4- Sinir sistemini güçlendirir.

5- Uykusuzluğu ve sinirsel depresyonu ortadan kaldırır.

6- Damar sertliğini ve kas kasılmalarını önler.

7- Yüksek tansiyonu düzenler ve dengeler.

8- Kan bozukluklarını giderir ve kanı temizler.





9- Cilde parlaklık verir.

10- Karaciğer rahatsızlıklarını iyileştirir.

11- Egzama ve benzeri deri hastalıklarına iyi gelir.

12- Yara ve yanıkların hızla iyileşmesini sağlar.

13- İdrar yolu iltihaplarını tedavi eder.

14- Mide ve bağırsak rahatsızlıklarına iyi gelir.

15- Safra kesesi ve böbrek hastalıklarına iyi gelir.

16- Sinir sistemini mükemmel şekilde düzenler.

17- Sağlıklı diyet için önemlidir, kilo almayı önler.




EVDE HAZIRLANMASI

Bir kavanoza yada ağzı geniş bir şişeye yaklaşık 2 bardak taze süt konur. Öncelikle kefir taneleri, bulunduğu metal olmayan kaptan, yine metal olmayan bir süzgeçle süzülür. Süzgeçte kalan kefir taneleri sütün konduğu kaba aktarılır. Ağzı bir kapak ile sıkı olmayacak şekilde örtülür. 24 saat oda sıcaklığında bekletilir. Kefir taneleri yine metal olmayan bir süzgeçle süzülür. Elde edilen içecek kefirdir. Kefir taneleri eğer tekrar kefir yapılacaksa sütün içine yapılmayacaksa kendi su dolu kabının içine konup buzdolabında muhafaza edilir.

SAKLAMA KOŞULLARI

Kefirin, çok ekşi olmayan tatlıya yakın bir tatta içilmesi isteniyorsa taze olarak 1-2 gün içinde tüketilmesi önerilir.Laktozu tolere edemeyen kişilere önerilen buzdolabında saklanan kefir tüketildikçe üzerine taze olanlardan eklenmesi ve bu şekilde içilmesidir.
Dolapta bekleyen kefir, sağlık açısından bir olumsuzluk yaratmaz. Hatta bir araştırmada 1 yıl boyunca bekletilen kefirin tadının biraz ekşi olduğu ve içinde yer alan mayalar nedeniyle alkol miktarının % 4 civarına çıktığı belirtilmiştir.
Kefiri kullanmayacağınız zaman bir kabın içine saf suyu koyarak ve taneleri de içine ilave ederek buzdolabında (+ 4 C ) saklayabilirsiniz.
Eğer donduracaksanız kefir tanelerini soğuk saf suyla yıkayın. Suyun klorsuz olmasına dikkat edin. Temiz ve beyaz bir havluyla düzgünce üzerindeki nemi, bastırmadan alın. Taneleri bir poşet yada kutu içine koyun. Taneleri tamamen kapatacak kadar süt tozu ilave edin ve buzluğa kaldırın. Bu şekilde 1 yıl gibi bir süre saklayabilirsiniz.
Kefir tanelerini Kafkasya’da yapıldığı gibi kurutacaksanız, taneleri soğuk saf suyla yıkayın. Temiz ve beyaz bir havluyla nemini bastırmadan alın. Tanecikleri beyaz kağıttan kese içine koyup yoğun güneş altına bırakın. Tanecikler, burada sıcaklık nem ve tanecik boyutuna bağlı olarak 1 – 2 gün içinde kuruyacaklardır. Kuruyunca renkleri sarıya dönebilir, bu normaldir. Kuruyan taneler, ağzı sıkıca kapatılabilen bir kaba konulup soğuk bir ortam yada buzdolabında 1 – 1,5 yıl civarında saklanabilir.




SAKLANAN KEFİR TANELERİNİN AKTİVİTESİNİ GERİ KAZANMA

Kefir tanelerini dondurmuş iseniz, dondurulmuş olan taneleri soğuk su içine koyun. Bu şekilde süt tozundan ayrılır. Sonrasında bir kap içinde tanelerin üzerine 1 / 3 oranında süt ekleyin. 24 saat bekletin. Eğer pıhtılaşma istenen düzeyde olmazsa, bu işleme her 24 saatte sütün miktarını her seferde arttırarak devam edin. Bu işlem 3 -4 gün sürebilir.İstenen aromaya ve yapıya ulaşıldığında kefir taneleri sütü işlemek için hazır demektir.
Kurutmuş iseniz, tanecikleri bir kaba alıp üzerine 1 / 3 oranında olacak şekilde süt ekleyin. 24 saat sonra eski aromaya ulaşmış ise taneler hazırdır.Eğer değilse yukarıdaki gibi artan miktarlarda süt ekleyerek işleme devam edin. Oluşum aşamasındaki kefiri tüketmeyin.




100gr. kefirde;

72 kcal enerji,
4 gr protein,
3 gr yağ,
5 gr karbonhidrat,
115 mgr kalsiyum,
89 mgr fosfor bulunmaktadır.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
parabellum p08

parabellum p08


Mesaj Sayısı : 619
Kayıt tarihi : 09/03/10
Yaş : 51
Nerden : Samsun

Sağlık köşesi - Sayfa 2 Empty
MesajKonu: Geri: Sağlık köşesi   Sağlık köşesi - Sayfa 2 Icon_minipostedÇarş. 12 Mayıs - 23:16

KASAL GEVŞEME ÇALIŞMASI


Aşağıda günümüzün sıklıkla uygulanan gevşeme tekniklerinden birisi örnek olarak verilmektedir.

Şimdi gözlerinizi kapayın...

Kollarınızı yana bırakın. Parmaklarınız açık olsun. Kendinizi rahat bırakın. Zihninizde hiçbir şey kalmamalı. Eğer varsa silin. Düşüncelerinizi bu alıştırma üzerinde yoğunlaştırın.

Şimdi başlayabiliriz...Bilincinizi ve dikkatinizi ayaklarınızda toplayın. Ayaklarınızı nasıl hissediyorsunuz? Rahat mı yoksa acıyan bir yer var mı? Ayak parmaklarınız birbirine yapışık olarak mı duruyor? Ayakkabınız ayağınıza rahatça uymuş mu yoksa biraz sıkıyor mu? Ayaklarınız biraz soğuk mu? Şimdi ayaklarınızı biraz gerin...gerin...gerin...Rahat bırakın.Gevşeyin...gevşeyin...gevşeyin.

Şimdi bilincinizi ve dikkatinizi bacaklarınıza verin.Bacaklarınız gergin mi yoksa gevşek mi duruyor? Bacağınızdaki her kasın farkına varmaya çalışın.Kaslarınızın gevşek olup olmadığına dikkat edin.Ayak ayak üstüne atmış durumda mısınız? Biri diğerinin üstüne atılmışsa üstteki bacağın ağırlığını diğerinin üstünde hissedebiliyor musunuz? Bu oturuş rahat mı yoksa biraz rahatsız mı? Şimdi bacaklarınızı biraz gerin...gerin...gerin. Gevşeyin...gevşeyin...gevşeyin.

Şimdi bacağınızın üst kısmına doğru dikkatinizi verin.Bacaklarınızla vücudunuzun birleştiği yerde gerginlik var mı? Belinizi iyice sıkın...sıkın...sıkın. Gevşeyin...gevşeyin...gevşeyin.

Şimdi yavaş yavaş gövdeye doğru çıkalım.Karın bölgenizi nasıl hissediyorsunuz? Soluk alışınıza dikkat edin. Ciğerinizin üst bölümüyle mi soluk alıyorsunuz? Yoksa bütün ciğerinizi doldurarak mı derin ve rahat bir nefes alıyorsunuz? Hava burun deliklerinizden mi girip çıkıyor? Yoksa ağzınızla mı soluk alıp veriyorsunuz? Göğsünüz rahat ve gevşek mi yoksa sıkışık mı? Şimdi derin bir uykudaymış gibi derin derin ve rahat bir nefes almaya çalışın. Derin nefes alın.

Şimdi dikkatinizi el ve kollarınıza verin. Parmaklarınızın farkına varın. Önce ellerinizi gerin...gerin...gerin. Gevşetin...gevşetin...gevşetin.
Şimdi dikkatinizi omuzlarınıza verin. Dik mi yoksa çökük mü? Öne yada arkaya düşmüş mü? Omuzlarınızı gerin...gerin...gerin. Gevşetin...gevşetin...gevşetin.

Şimdi yüzünüzdeyiz. Yüzünüz nasıl görünüyor? Yüzünüzün kasları gergin mi yoksa rahat mı? Hangi kaslar? Ağzınız, çeneniz, kaşlarınız. Dikkatinizi yüzünüzün bu bölümlerinde toplamaya ve onların farkına varmaya çalışın.
Şimdi yüzünüzdeki kasları germeye çalışın.gerin...gerin...gerin. Şimdi de gevşetin...gevşetin...gevşetin.

Şimdi yolculuğumuz içeriye doğru yöneliyor. Düşüncelerinizde neler olup bittiğini gözleyin.Sakin ve karanlık mı yoksa bazı olaylar mı oluyor? Ne gibi olaylar? Düşüncelerinizden geçenler hoş mu? Yoksa sizi rahatsız eden olaylar mı var?

Aşağıdan yukarı doğru bütün bedeninizi gezmiş ve gözlemlemiş durumdasınız. Şimdi bedeninizi bir bütün olarak gözlemlemeye çalışın. Bir takım yeni şeylerin farkına vardığınızı hissedebiliyor musunuz? Bedeninizde gerilim hissettiğiniz bir yer var mı? Eğer varsa o gerilimi oradan atın. O kası gevşetmeye çalışın.Derin ve rahat nefes alıp verin. Şimdi bedeninizde hiçbir gergin kasın olmadığından emin olun ve öylece kalın.



Şimdi kendinizi deniz kenarında düşünün. Kumda uzanmış yatıyorsunuz. Hafiften sıcak bir rüzgar esiyor.Radyonuzdan da güzel bir müzik parçası dinliyorsunuz. Yanınızda sevdiğiniz insanlar var. Hiçbir kötü düşünce yok. Çok mutlusunuz, rahatsınız. Bu duyguyu tümüyle yaşamaya devam edin, değiştirmeye kalkmayın. Şimdi bedeninizde olup bitenlere dikkatinizi verin. Ayak parmaklarınızı ve ayaklarınız gevşetin. İçiniz mutlulukla dopdolu bu duyguyu hissedin. Şimdi karnınızı gevşetin. Bedeninizde gerginliğe yer yok. Rahat ve derin nefes alıp verin. İçinde bulunduğunuz hoş ve rahat ortamı sürdürün. Şimdi ellerinizi, kollarınızı ve omuzlarınızı gevşetin. Boynunuzdaki ve yüzünüzdeki kasları da gevşetin. Deniz kenarındaki mutluluğu, duygu ve düşüncelerinizi sürdürün. Şimdi çok rahat ve sakinsiniz. Bedeninizde hiçbir gerginliğe yer yok.

Şimdi üçten bire doğru sayın. “Bir” sayısında gözlerinizi açıp kalkın. Kendinizi yenilenmiş bulacaksınız.




Üç................İki.....................Bir








Hakan Özçelik
Psikolojik Danışman
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
parabellum p08

parabellum p08


Mesaj Sayısı : 619
Kayıt tarihi : 09/03/10
Yaş : 51
Nerden : Samsun

Sağlık köşesi - Sayfa 2 Empty
MesajKonu: Geri: Sağlık köşesi   Sağlık köşesi - Sayfa 2 Icon_minipostedPerş. 3 Haz. - 22:12

Arkadaşlar, yazın gelmesiyle birlikte sıcaklar bayağı bayağı bunaltmaya başladı. Hani hep derler ya sıvı alalım, vücudumuz suya doysun. Mesela meyve suları, tamam sağlıklıdır da acaba hangileri. Muhteviyatında, adını bile zor telaffuz edebildiğimiz sentetik maddelerle dolu olanları mı? Elbette hayır. Arkadaşlar, doktorlarımız çok daha iyi bilecek ve izah edecekleridir, ama doğada en masum ve antioksidan sınıfından bildiğimiz besinlerin bile burun yada ağız yolundan girişlerinde beraberlerinde bir miktar serbest radikallerin de girişleri söz konusu olabiliyor. Bu serberst radikaller vücudumuza giriş yerlerine göre her nereye implante oluyorsa( Yapışıyorsa) oraya invaze(İşgal ve nüfuz etme) olup doku bozukluklarına yada tümöral lezyon oluşumlarına sebebiyet verebiliyor. Sözgelimi bir yayla havasını içimize çekerken bile bir takım serbest radikalleri hava yoluyla soluyup içimize alabiliriz. Örneğin meyve suyu olarak tükettiğimiz havuç ve elma sularının içine bir kaç damla zeytrinyağı ekleme gereği de bu yüzdendir. Hem defikasyonu ( dışarı çıkışı) rahatlatıp hem de nitrit ve nitratların kolon duvarlarının serozasına( Yüzeyine) yapışıp tutunarak lezyon ( ur )oluşturmasına engel olur. Hakiki meyvelerden sizin kendi yaptığınız sular her zaman daha sağlıklıdır. Ama onlar da fazla alındığında kanı sulandırıp hem kan debisinin yükselmesi sebebiyle tansiyona, hem de en ufak kesiklerde bile kanın zor durmasına sebep olabileceklerdir. Onun için hem meyve sularının yüklü miktarda hem de özellikle biberiye gibi hipertansif baharatların alımına dikkat edilmesi gerekir. Hepinize sağlıklı günler diliyor, saygılarımı sunuyorum...
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Sağlık köşesi
Sayfa başına dön 
2 sayfadaki 2 sayfasıSayfaya git : Önceki  1, 2

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Türk Saatforumu :: KONU DIŞI :: Genel Sohbet-
Buraya geçin: