YAZAR:Carlo M Cipolla, çeviren:Tülin Altınova,kitap yayınevi, 2002, 96sayfa,
6milyon500 lira.
Bilim, teknoloji ve ürünlerinden bahsederken çoğumuz bunların politikadan bağımsız olduklarına inanırız. Oysa bilimsel ve teknolojik gelişmeler çoğu zaman yaratıcılarının niyetlerinden de bağımsız olarak içlerinde geliştirildikleri toplumların siyasi, toplumsal ve ekonomik özellikleriyle maluldürler ve bunları çeşitli şekillerde yansıtırlar. İşte İtalyan tarihçi Carlo M. Cipolla'nın Zaman Makinesi'nde ele aldığı saat de bu tür 'taraflı' teknoloji örneklerinin belki de en çarpıcılarından biridir. Saatin tarihi gerek yaratıldığı dönem ve coğrafya, gerek daha sonra diğer coğrafyalara yayılmasının hikâyesiyle toplumsal, ekonomik ve kültürel bir çok ipucunu barındırır içinde.
Lewis Mumford 'Teknik ve Medeniyet'inde 'Sanayi Devrimi'nin anahtarı buharlı makine değil saattir' der. Saatin tarihi gerçekten de sanayileşmenin tarihiyle iç içe örülmüştür. Sanayi Devrimi'ne ilham veren ilk makine olan saat cansız enerji kaynakları yardımıyla çalışmasıyla kendisinden önce gelen ve insan ya da hayvan gücüyle çalışan diğer alet edevattan ayrılıyor, bir makinenin nasıl çalışması gerektiği konusunda fikir veriyordu. Ayrıca saatlerin yapımı ve doğru çalıştırılması büyük bir mekanik maharet ve bilgi gerektirdiği için saatçilik teknolojinin gelişmesine de katkıda bulunuyordu. Saatçilik fizik ve mekanik alanlarındaki buluşları da kendisine mal eden ilk imalat sektörüydü. Dahası saatler el emeğine dayanan üretimden fabrika üretimine geçişin alameti farikalarından olan ürünün standartlaşmasına çok iyi bir örnek oluşturuyordu. Mekanik saatlerde dakikalar, saniyeler daha önceki zaman ölçüm aletlerine kıyasla standart ve birbirine eşit uzunluktaydı.
Zaman Makinesi'nde Cipolla saat ile Sanayi Devrimi'nin ilişkisinin hiç de şaşırtıcı olmadığını belirtiyor ve asıl sorulması gerekenin bu ikisinin de neden dünyanın başka bir yerinde değil de Avrupa'da ortaya çıktığı sorusu olduğunu söylüyor. Saatin ortaya çıktığı Avrupa; ticaretin giderek önem kazandığı ve kentlerin hızla yayıldığı, doğanın yarattığı sorunlara makinelerle çözüm aranmaya başlanan, bununla birlikte zanaatların, teknik becerilerin geliştiği ve en önemlisi uzmanlaşmış el emeğinin hareketliliğinin arttığı bir Avrupa'dır. Bu Avrupa da, Doğunun Batıya karşı üstünlüğünü yavaş yavaş yitirmeye başladığı bir dünyada yer almaktadır.
Çin'de ve Japonya'da saat
Ortaçağ makinelere çoğu zaman ilgisizdi mekanik saat gökbilimle olan bağlantısı nedeniyle bir istisna oluşturuyordu. İlk saatler ağırlıklarla çalıştığı için şimdiki standartlara göre oldukça ağır ve hantaldı. Bunlar meydan saatleriydi. Bu saatlerin tek kusuru çok büyük olmaları değildi, çok sık arızalanıyorlardı. Bu nedenle genellikle her saatin bir de tamircisi olması gerekiyordu. İlk saatlerde esas kaygı saatin tıkır tıkır işlemesinden ziyade ilginç ve oyuncaklı bir mekanizmaya sahip olmasıydı. Bir çok saatte yıldızların ve göz cisimlerinin hareketini gösteren usturlap vardı.
Cipolla, saatin Avrupa'da ortaya çıkış macerasına kısaca baktıktan sonra onun Çin ve Japonya'da nasıl kabul gördüğünü ele alır. Avrupa'da aydınlanma fikirlerinin önemli simgelerinden biri ve Sanayi Devrimi'nin hem önemli bir ilham kaynağı hem de önemli bir aracı olan saat, ne yazık ki Çin'de sadece bir oyuncak olarak ilgi çekebilmiştir. Ancak Cipolla bu durumu açıklarken kolaycı yorumlardan kaçınıyor ve dönemin Çin'ine yakından bakıyor. Batı'nın Doğu karşısında üstünlüğü henüz ele geçiremediği
bir dönemdir bu. Batı'nın Doğu'dan aldıkları karşılığında Doğu'ya satabileceği hiçbir şeyi yoktur. Saat ise Batı açısından değişen dönemin bir müjdecisidir. Sadece oyuncak olarak kabul edilse bile Doğu'ya satılan saatler Batı'dan Doğu'ya makine ihracatının başladığını haber vermektedir.
Cipolla kitabında son olarak Japonya'ya değiniyor. Japonya'da hem saati ölçme sistemi hem de bu ölçümü bildirme sistemi Avrupa'dan köklü şekilde farklıdır. Avrupa mekanik saatle birlikte, gün doğumundan gün batımına kadar geçen zamanının on ikiye bölündüğü ve dolayısıyla bir saatin uzunluğunun gündüz ve gece, yaz ve kış sürekli değiştiği doğal ölçüm yöntemini terk etmiştir, Japonya ise bu doğal ölçüm yöntemini kullanmaya devam ettiği gibi günü ve geceyi on ikiye değil altıya bölüyordu, üstelik saat başlarını artan değil azalan vuruşlarla belirtiyordu. Gene de Japonlar Batı'nın teknolojisini kendi ihtiyaçlarına uyarlamakta gecikmediler. Cipolla Çin ve Japonya'nın saatlere gösterdikleri bu farklı tavırları iki ülkenin toplumsal, tarihsel, demografik, kültürel özelliklerine değinerek, son derece zengin ve ilham verici bir tartışmaya girişiyor.
Kısaca Zaman Makinesi, sadece saatin tarihini anlatan bir kitap değil; alt başlığın önerdiği gibi saatin tarihinin toplumun tarihiyle nasıl iç içe geçtiğini, kimi yerde (Avrupa'da) toplumsal yapıların ve kültürün saatin gelişimini ve yaygınlaşmasını hızlandırırken kimi yerlerde (örneğin Çin'de) o toplumların sorularına uygun yanıtı oluşturamadığı için bir oyuncaktan farklı bir işlevi olmadığını anlatan zengin bir öykü.
Bir iktisat tarihçisi olan Cipolla saatten hareketle alarak hem bir teknolojinin tarihinin hem de iktisat tarihinin birbirlerinden beslenerek ne kadar zengin olabileceğini gösteriyor bize. Hiçbir noktada kolaycı açıklamalara düşmeden, determinizmlerden kaçınarak, saatin tarihinden yola çıkarak neredeyse dünyanın bir dönemine dair son derece önemli tezler ortaya atıyor. Ayrıca Cipolla'nın kitabında tarihin nasıl yapılması gerektiğine dair pek çok ipucu da var. Kitabında göz ardı edilmiş belgelerden seyyahların anılarına çok zengin bir malzeme kullanmış Cipolla. Son derece önemli tezlerin büyük bir sadelikle ve çok eğlendirici bir dille öne sürebilmesini de bu malzeme zenginliğine borçlu.
Batı'nın Doğu'ya ilk makine ihracatının başladığını haber veren 'Saat', Çin'de bir oyuncak olarak kabul edilmişti.
(22.8.2003 Radikal gazetesi, Gülhan Erkaya)