Serkisof ahbabımız olur Mehmet Aycı, yeni kitabı "Serkisof Ahbabım Olur"da, gar delilerinden serkisof saate, tren ninnilerinden trende okunacak kitaplara kadar aşinası olduğumuz ve trenle ilgili bir çok konuyu denemelerinde işliyor. ŞÜKRAN ÇAĞLAR Mor Kitap ve Aşk Bir Deniz Rüyası adlı şiir kitaplarından tanıdığımız Mehmet Aycı'nın geçtiğimiz aylarda Nasreddin Hoca ve Demiryollarına Hızlandırılmış İnfaz isimli iki kitabı okuyucuyla buluşmuştu. Aycı, bu sefer de demiryolu/tren kültürü üzerine yazdığı denemeleri kitaplaştırdı. Elips Kitap'tan çıkan "Serkisof Ahbabım Olur" da 19 deneme var. Yazar, gar delilerinden serkisof saate, tren ninnilerinden trende okunacak kitaplara kadar aşinası olduğumuz konuları ustaca işlediği denemeleri niçin kaleme aldığını kitabın giriş yazısı olan "ilk istasyon"da işaret ediyor. Yazara göre, Türk modernleşme tarihi ile demiryolları tarihi ayrıştırılamaz boyutta birbirini tamamlıyor. Mehmet Aycı ile "Serkisof Ahbabım Olur" kitabı üzerine konuştuk. Sizdeki bu tren tutkusu kaynağını nereden alıyor? Şöyle düşünün; yüz elli yıldır trene aşinalığımız var. Bu aşinalıktan da öte bir şey. Osmanlı'nın son elli yılındaki savaşlar, seferberlikler, sonra Birinci Dünya Harbi, ardından Kurtuluş Savaşı... Cephelerin büyük bir kısmına asker sevkıyatı trenle yapılıyor. Ardından, Cumhuriyet'in ilk yıllarında bir modernleşme projesi olarak demiryolları Anadolu'ya açılıyor. İlk defa hekimi demiryolu sayesinde gören insanlar var. İlk defa sinemayı, tiyatroyu, piyanoyu demiryolcularla tanıyan kasabalar var. Demiryolları giderken, spor kulüpleriyle, gar gazinolarıyla birlikte gidiyor. Garlar Anadolu'nun bu günkü anlamda ilk sosyal merkezleri görevini ifa ediyor. Gar gazinoları bir eğlence mekanından çok o kentin elit kesimin bir araya geldiği mekanlar oluyor. Diğer taraftan iç göçler, Almanya göçü, burada durmam lazım; insanımız Anadolu'dan trenle Haydarpaşa'ya geliyor, yine Sirkeci'den trenle Almanya'ya gidiyor. Mevsimlik işçi hareketleri yine trenle... Şimdi şöyle düşünün: Bir insan ilk defa köyünden kasabasından ayrılıyor; belki hayatında bir defa böyle bir ayrılık var ve bu trenle oluyor. Gidip de dönmemek var, gelip de görmemek var işin ucunda. Her askere sülüs adında trenle ücretsiz seyahat belgesi veriliyor. Bütün bunlar bir araya geldiğinde "bu bizim hayatımız" diyebileceğimiz bir acı ve keder ormanı içinde buluyorsunuz kendinizi... Bunu halk yaşatıyor aslında... Halkın bunu yaşattığına dair somut örnekler var mı? Pek tabii var. Siz tren üzerine yakılan on sekiz türkü olduğunu biliyor muydunuz. Onlarca mani, bilmece, ninni var bir tren beklemek üzerine söylenmiş. Halk başka türlü nasıl yaşatır? Bu ülkede kara gözlü, kara kaşlıdan sonra çağrışımı kara olmayan tek varlık trendir. Kara talihimizin cenderesinden bizi çıkarmıştır çünkü. Trenin hayatımızda yer aldığı kadar edebiyatımızda yer almadığını söylüyorsunuz. Oysa onlarca demiryolu hikayesi var. Tren şiiri var. Nereden yola çıkarak böyle bir iddiada bulunuyorsunuz? İddiadan çok bir yakınmada bulundum. Şöyle ki; ülkemizde kurumlar yoluyla modernleşme çatışma ve çalkantıyı da beraberinde getiriyor. Kurumlar yoluyla modernleşmenin, bu bağlamda demiryollarının sanata edebiyata etkisi üzerine bir çalışma yapılmış değil. Elbette çok güzel tren hikayeleri var. Ancak, demiryollarının bu ülkedeki serüveni öyle birkaç hikayeye konu/konuk edilecek boyutta değil. Birkaç romanda tren "sahnesi" kullanılmasa da olur. Beklentim, halkın treni algılaması düzeyinde, sanatçının, edebiyatçının da algılaması. Yoksa kliplerde, reklam filmlerinde tren geçmese de olur. Son yüz elli yılda bu ülkenin romanını, hikayesini yazacak olanlar trene de bigane kalmamalı. Tılsımlı emanet - Peki, serkisof nereden ahbabınız oluyor? Nasıl olmasın? Yakın zamana kadar emekli olan her demiryolcuya serkisof marka, lokomotif veya kanatlı tekerlek kabartmalı köstekli saat hediye edilirdi. Trenli tarihimizi oluşturan bu ülkenin çocukları, yani demiryolcular, o saatleri tılsımlı bir emanet gibi, dededen toruna saklarlar. Demiryoluna aşinalığınız, tren sevginiz biraz da serkisofla olan ahbaplığınıza bağlıdır.
(teşekkürler Osman Uygun)