1980 li yıllarda Mercan Yokuşu civarında her pazar seyyar bir saatçi pazarı kurulurdu.Çeşitli yollarla (neler olduğunu çok da açık etmeyeyim,anlamışsınızdır) elde edilen ikinci el saatlerin satış ve takas işlemlerinin yapıldığı bu pazarda zaman zaman çok güzel makinelere denk gelinebiliyordu.
Bir zaman sonra bu pazar bende de alışkanlık yaptı.Önceleri elimdeki kendime ait bir iki Hislon,Nacar ile iştirak ettiğim bu pazarda zaman içerisinde stok miktarım on onbeşe kadar çıktı.Ancak nedense ben bu pazara direkt olarak satıcı olarak girmek yerine bir Sahaflar Çarşısı'na doğru bir yerde tezgah açan Antep'li bir ihtiyarla (Mehmet amca) işbirliği yapmayı tercih ettim.Çünkü bu şekilde sabahtan saatlerimi teslim ettiğimde öğleye kadar bana gezme vakti de kalıyordu.
Bir pazar öğleden sonra Mehmet amcaya günün hasılatını almak üzere gittiğimde o gün eline oldukça yıpranmış görünümlü muhtemelen 1945-50 yılı yapımı bir Zenith geçirdiğini gördüm.Birisi çalışmıyor diye ucuz yollu bırakıp gitmiş.
Bu pazarda daha doğrusu ikinci el bir mekanik saat alırken satın alınacak makineye ilk yapılan test "dinleme" testidir.Her ne kadar edebiyatımıza ve konuşma lisanımıza saat sesi "tik-tak" olarak geçmişse de saatçilikte bu ses "tik-tik" olmalıdır.Yani maşanın iki vuruşu arasında zaman farkı bulunmamalıdır.
Saati kulağıma yasladığımda Zenith'in o hiç bir saate benzemeyen sesini anında aldım.Muazzam çalışıyordu.Kurulmasına baktım,o da yumuşacıktı.Ancak dış görünüm olarak o kadar da iyi değildi.Mika o kadar bozuktu ki kadrandan Zenith yazısı zor bela okunuyor ve diğer kısımlar neredeyse görünmüyordu.Aslında kapağını da açmam ve içine de bakmam gerekiyordu ama hiç açmadım.Bunu kendime sürpriz olarak sakladım.
Hemen benim Hislon'lardan ikisini orada bırakıp bu saati kaptım.Mehmet amca da saatten kurtulduğuna sevindi sanki.
Eve gittiğimde ilk iş olarak kapağı açtım.Pırıl pırıl bir makine bana gülümsüyordu.Ayar yapmak maksatlı olarak raketi ile bile oynanmamıştı.Ayar konumu “0” pozisyonunda duruyordu.
Bir tane çerçeve tespit vidası balansın civarında duruyordu.Muhtemelen bu vida gevşeyerek düşmüş ve zaman zaman balansın arasına girerek saati durdurmuş diye düşündüm.Vidayı yerine takarak saati uzun süre seyrettim.Çok da düzgün çalışıyordu.
Mikayı çerçevesi ile beraber söktüm.Sökünce üzerinde sadece 12 rakamı olan ve diğer rakamları çizgiyle gösterilen fildişi renkli,bir kaç yerinde çok küçük döküntüler olan kadranı gördüm.Akrep,yelkovan ve saniyeyi söktüm.Arkadan çerçeve tespit vidalarını da söküp makineyi dışarı aldım.Kadranı da vidalarını söküp dışarı aldım.
Önceki anılarımda da anlatmıştım,eski yıllar yokluk yıllarıydı.Yokluktan insanlar bir takım şeyleri keşfetmişlerdi.Bu kadranın da zarar görmeden temizlenmesi gerekiyordu.Bu kadranı temizlemek için eski bir diş fırçasına bolca karbonat dökerek suyun altında bir güzel temizledim.Pırıl pırıl olmuştu.Kenarlarındaki küçük döküntüler de görünmüyordu bile.
Çerçeve,kapak ve cam çerçevesini de Kaol ile ovdum.O da pırıl pırıl olmuştu.
Mikayı da elimde o çap mika olmadığından mahalledeki saatçi arkadaşımda değiştirdim.Oradan bir da süet kordon aldım.Akrep yelkovan ve saniyeyi de parlattıktan sonra saatin mekaniğine hiç dokunmamaya karar verdim.
Makineyi toparlayıp çerçeveye yerleştirdiğimde pırıl pırıl bir Zenith’e sahip olmuştum.Uzun zaman yatarken bile kolumdan çıkarmadım.
Hikayenin bundan sonrası Watcher’in açtığı “saat konusundaki hatalarımız” başlığına daha uygun aslında.Bir müddet bu saati kullandıktan sonra bir nakit krizi esnasında Mehmet amcanın tezgahında bulunan bir AS1130 Falcon (hala duruyor,resmini ilave edeceğim) ile takas edip üç beş kuruş şimdi hatırlayamadığım bir paraya verdim.
Bu saati halen de hatırladığımda içim cız eder.Keşke dursaydı diye düşündüğüm çok olur.
Herkese selamlar...